Yayınlar

Genişleme ile İlgili Bir İnceleme

  • 01 Jan. 2004 - 01 January 0001
  • |
  • Last updated 04-Nov-2008 00:35

Barry Adams NATO’nun genişlemesi ile ilgili iki yeni kitabı inceliyor.

İngiliz şair Alexander Pope şöyle demişti:“Aşıklar flört ederken rüyadadırlar, ama evlenince uyanırlar.” Aynışey genişleme sonrasındaki 19 üyeli NATO için de geçerlidir--hiçdeğilse Zoltan Barany böyle düşünüyor. Future of NATOExpansion: Four Case Studies (Cambridge University Press,2003) adlı kitabı yeni NATO üyelerinin bugünkü ve gelecektekieksikleri ile ilgili, ve 1999 yılındaki genişleme turundayapıldığını düşündüğü hataların tekrarlanmaması dileğini ifadeediyor. Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakyave Slovenya’nın 29 Mart 2004’te Washington Antlaşması ile üyeliğekabulleri ile yazarın bu dileğine kulak asan olmadığıgörüldü.

Teksas Üniversitesi’nde Profesör olan Barany,Soğuk Savaş’tan sonraki ilk genişleme turunun hatalı olduğunu,çünkü Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’nın üyelik şartlarınıyerine getiremediklerini, ancak İttifak’ın onları yine de kabulettiğini iddia ediyor. Barany’nin bu çalışmada ele aldığı dört ülke(Bulgaristan, Romanya, Slovakya ve Slovenya) konusunda daha başkaeleştirileri de var. NATO karargahının bu ülkeleri şımartmasındanüzüntü duyuyor. Önerdiği çarelerden biri Washington Antlaşması’nayükümlülüklerini yerine getirmeyen üyelerin atılması konusunda birprosedür eklenmesi. NATO politikası ile ilgili bu ve bazı diğernoktalar yazarın İttifak’ın resmi ve özellikle de gayrı resmiçalışma şeklini çok yakından tanımadığını gösteriyor.

Diğer taraftan Barany’nin metodolojisi vearaştırmaları gayet sağlam. Daha en baştan yaklaşımını belirtiyor,önce genişleme konusundaki olumlu ve olumsuz görüşlerin mükemmelbir özetini sunuyor, sonra da ele aldığı her bir örnek ülkeninyapısını tanımlıyor. Bu şekilde ele aldığı her devletin genelşartlarını (iç politikalarını, ekonomik performansını ve güvenlikdurumunu); NATO üyeliği konusunda yürüttüğü kampanyayı; sivil-askerilişkilerinin durumunu; ve askeri reformunun hangi aşamada olduğunuinceliyor. Bu şekilde Barany aslında birbirinden tamamen ayrı üçaraştırma konusunu zarif ve yetkili bir biçimde birleştiriyor:Sistemli dönüşüm; dahili karar alma yollarının analizi; ve savunmareformu. Avrupa Birliği’nin aksine NATO üye adaylarının durumlarıile ilgili yıllık raporlar yayınlamamayı tercih ettiği için,Barany’nin sağladığı veriler çok önemli bir boşluğudolduruyor.

Barany titizlikle yaptığı araştırmalarındaçeşitli söyleşi ve belgelerden yararlanıyor ve çok az bilinenayrıntıları gün ışığına çıkarıyor. Ancak yazar adayların katılımöncesi yükümlülüklerini yerine getirmekteki başarısızlıklarınadikkati çektikçe, genişleme sürecinin olumlu etkisi dahabelirginleşiyor. Okuyucu NATO üyeliği arzusunun Slovakya’daVladimir Meciar’ın 2002 yılında yeniden iktidara gelmesiniönlemekte, Slovenya’yı Balkanlar’da biraz daha çok işin içineçekmekte, ve Romanya’nın azınlık yasasının iyileştirilmesindeönemli bir rol oynadığını görüyor. Ayrıca Barany’nin yeni üyelerinaskeri yeteneklerini küçümsemesi de, Polonya’nın Irak’taki varlığı,Çek Cumhuriyeti’nin NATO’nun yeni anti-KBRN (Kimyasal, Biyolojik,Radyoaktif, Nükleer) taburunda oynadığı önemli rol, ve tüm yeniüyelerin NATO’nun barışı koruma operasyonlarına yaptıkları önemlikatkılar gibi son gelişmelerin ışığında anlamsız kalıyor. Nitekim,Barany’nin de itiraf ettiği gibi, eski üyelerin çoğu daGSMH’larının yüzde 3’ünü savunma harcamalarına ayırmak gibi önemlibazı şartları karşılayamıyorlar. Barany ilerlemeyi yasalaraharfiyen uymakla ölçerken bugünkü Orta ve Doğu Avrupa dönüşümsürecinin devrimci niteliğini gözden kaçırıyor.

Editörlüğünü Anatol Lieven ve Dimitri Trenin'in yaptığı Ambivalent Neighors, The EU, NATO, and the Price ofMembership (Carnegie Endowment, 2003) daha farklı bir yaklaşımsergiliyor. Kendisi de Lieven gibi Carnegie Uluslararası BarışFonu'ndan olan Trenin kitabın önsözünde AB ve NATO hakimiyetialtındaki bir Avrupa için artık başka bir kurumsal alternatifolmadığını açıklıyor. Bir Marshall Planı'nın, ve "cesur akiladamların mevcut olmadığı" Soğuk Savaş sonrası dönemde Batı’nıngenişlemesi, “çatışmadan sonra imzalanan anlaşma" ile aynı anlamageliyor. Ambivalent Neighbors'da makaleleri bulunanyazarlar Avrupa Birliği ve NATO'dan yeni üyelere ve hala dışarıdakalmış olan ülkelere kadar tüm aktörlerin görüşlerini veçıkarlarını bu açıdan yansıtmayı amaçlıyorlar. Trenin devletleribugünkü gibi "Doğu" veya "Batı" olarak isimlendirmek yerine,aralarında "Kuzey" adı altında yeni bir ortak kimliğinoluşturulmasını öneriyor. Böylece bu kitabın ana temasını bu"Kuzey" kimliğinin en iyi ne şekilde oluşturulacağı ve aradakifarklılıkların nasıl ortadan kaldırılacağı sorusuoluşturuyor.

"Avrupa" kavramını sadece bugünkü katı AB veNATO üyeliği kriterleriyle tanımlamak da yetersiz görünüyor.Bugünün Batılı demokrasilerinin 11 Eylül’den sonra ortaya çıkan zorsorunlarla başa çıkabilmeleri ve bugün dışarıda bırakılandevletlerin kendi cesaret kırıcı ekonomik ve politik sorunlarıylatek başlarına bırakılmamaları için, aktörlerin daha geniş kapsamlıve daha esnek bir "bütün ve özgür Avrupa" vizyonu geliştirmelerigerekiyor.

Farklı yazarların makalelerinin bir arayagetirildiği kitapların çoğunda görüldüğü gibi, bu kitapta dayazılar birbirinden çok farklı. Daha da kötüsü, bu yazılarınçoğunun kitap basılmadan çok önce yazılmış oldukları gayet açık.Yine de kitapta NATO'nun genişlemesi ile ilgilenenler içinyeterince ilginç malzeme var.

Konrad Adenauer Vakfı’ndan Karl-Heinz KampSoğuk Savaş’tan sonraki birinci ve ikinci genişleme turlarını örnekolarak kullanarak NATO'nun çalışmalarına ışık tutuyor. Bunuyaparken Baltık Cumhuriyetlerinin üyelik arzularını ele alarakRusya'yı huzursuz etmekten çekinen, hayli tutucu bir örgüt portresiçiziyor. Kamp, genişlemenin ikinci turunun çeşitli ulusal ve örgütiçi faktörlerin bir birleşimi ile gerçekleştiğini iddia ediyor: Birtaraftan NATO’nun siyasi ağır topları konuyu bastırırken, diğertaraftan NATO adayların belirlenmiş üyelik kriterlerini karşılayıpkarşılamadıklarını değerlendirmek zorunda kaldı. Kamp İttifak’ıngenişlemesi konusunda Rusya’nın itirazına yer veriyor ve Rusya’nınNATO’ya üye olma olasılığını biraz şüpheyle de olsa ele alıyor.Ayrıca 26 üyeli bir NATO’nun etkinliğini kaybedeceği konusundakiendişelere pek önem vermiyor, ve Avrupa Birliği ve NATO’nungenişleme politikalarını eşgüdümlemeleri gerektiğinivurguluyor.

Üç yazar yeni katılan devletlerin durumunuele alıyor. Bunlardan Letonya’lı uluslararası ilişkiler profesörüZaneta Ozolina, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra ortak Sovyetmirasları dolayısıyla birleşen, hatta Avrupa entegrasyonu için eniyi başlangıç noktasını ele geçirmek için rekabet ederken bilebirlik olan Baltık Cumhuriyetleri’nin durumunu ele alıyor. ÖnceleriDoğu ile Batı arasındaki ekonomik pozisyonlarından yararlanmayıdüşünen Baltık Cumhuriyetleri 1998’de Rusya’nın finansal çöküşündensonra yön değiştirerek açıkça Batı’nın yanında yer aldılar. Yapılanbu seçimin siyasi nedeni gayet açıktı. Bu seçimi onlara ülkelerininboyutu dikte ettirmişti, çünkü küçük devletlerin “uluslararasısüreçte etkili olabilmelerinin tek yolu ancak büyük gruplara veyaamaçları az çok birbirine benzeyen ülkeler arasındaki ittifaklaradahil olmaktır.” Diğer taraftan, bu küçük devletlerin içindekitutucu ve milliyetçi kesimler “daha büyük ve daha zengin AvrupaBirliği karşısında Baltık kültürlerinin zayıflaması, yozlaşması, vehatta yok olması” tehlikesine karşı kültürel kimliklerini ve yenikazandıkları egemenliklerini koruma arzusundaydılar. AyrıcaBatı’nın Baltık Cumhuriyetleri’ndeki büyük Rus azınlıklarınındurumlarını iyileştirmeleri konusunda ısrar etmesi bu endişeleriazaltmadığı gibi, özelleştirme, bölgenin geri kalmış tarımı vekırsal kalkınma gibi sorunlar bu endişeyi daha daarttırıyordu.

Bir magazin yayıncısı ve FinancialTimes’ın eski muhabiri olan Christopher Bobinski’nin yazdığıgibi, Polonya’nın güvenlik konusundaki endişeleri, ekonomikkalkınma ve kültürel açıdan Avrupa ile özdeşleşme isteği ülkeninBatı kurumlarına katılma arzusunu körüklüyordu. Bu en başlardahalkın üyelik fikrini şiddetle desteklemesine yol açtı, ancakzamanla bu destek yerini daha eleştirel ve hatta şüpheci bir tutumabıraktı. Bobinski yazısında NATO’ya katılım sürecini ABmüzakereleri ile karşılaştırıyor. NATO’ya katılım “sessizce”yapılırken AB görüşmeleri hemen hemen her zaman “üyelik şartlarıile ilgili tartışmalarla geçiyor ve dolayısıyla halkın AB üyeliğihakkındaki fikirlerini doğrudan etkiliyordu.” Batı kültürü ileilgili görüşlerin değişmesi de aynı derecede etkili oluyordu:tutucu kesimler Batı kültürünü ateist ve yozlaşmış olarakgörüyordu. Bobinski üyeliğin dinamiklerine de zaman ayırıyor vevatandaşlarının 9 Eylül’den sonra Rusya’nın NATO’ya daha fazlaentegre olması, Avrupa Birliği’nin Avrupa Güvenlik ve SavunmaPolitikası ve Ortak Tarım Politikasında reform planları gibi songelişmeler hakkındaki kuşkularını ifade ediyor. Yazar yeni üyelerinendişelerini gayet yerinde bir şekilde “kendi kendilerinekurdukları bir tuzak” olarak tanımlıyor, zira bu ülkelerin NATO’yakatılmaları, bu örgütlerin zayıflamaları ve gelecekte aynıyararları sağlamalarına izin vermeyecek şekilde değişmeleriolasılığını da beraberinde getiriyor.”

Halen üyelik konusunda belirli birgörüşleri olmayan devletler ile ilgili yazılar tartışmaya en açıkve en aydınlatıcı yazılar. Washington DC’deki GeorgetownÜniversitesi’nden Charles King Romanya ile Moldavya’nınAvrupa-Atlantik bölgesine entegrasyonları karşısındaki engelleriele alıyor. Ancak bu iki devlet arasında ulusal kimlikleri,Avrupa’ya karşı tutumları ve gerçek entegrasyon düzeyleri açısındanbüyük farklar olduğu için bu zaten yapay bir karşılaştırma. YazarMoldavya’da 1990’lardan itibaren devlet Moskova ile yakınlaştıkçahalkın Avrupa Birliği ve NATO’ya verdiği desteğin nasıl azaldığınıizliyor. Romanya’da ise halkın Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya verdiğidestek değişmiyor: Batı Avrupa’da yapılan kamuoyu yoklamalarında ABadayları arasında Bükreş sürekli olarak en sonda gelmesine rağmen,Romanya halkının üçte biri (ve bunların da yarısı hiçbir şartkoşmadan) AB üyeliğini destekliyor. King’in dediği gibi,“Avrupalılar Romanya konusunda Romanya’nın Avrupa konusunda olduğukadar hevesli değiller.” Yazar Batı’nın ülkenin politik yönü, BüyükRomanya Partisi’nin radikal milliyetçiliği, ve azınlıklaragösterilen muamele konusundaki endişelerini belgeliyor. Ancakyazarın “yakın bir gelecekte ne Romanya ne de Moldavya AB üyesiolmayacaklar” şeklinde vardığı sonuç artık geçerli değil, vedeğişmesi gerekiyor. O tarihten sonra Romanya NATO’ya katıldı ve ABüyeliği konusunda da önünde gayet kesin bir takvim var; Moldavyaise Rusların hakimiyeti altındaki Bağımsız Devletler Topluluğu(BDT) ile Batı arasındaki tampon bölgede kaybolmuşabenziyor.

Belarus’un beyin takımı Strategy’den LeonidZaiko, Belarus ile ilgili incelemesinde halkın tutumu ilepolitikanın sık sık birbirlerine ters düştüğünü ifade ediyor. YazarBelarus’un otoriter cumhurbaşkanı Alexander Lukashenko ülkeyiBatı’dan soyutladıkça halk arasında demokrasi ve serbest pazarlarındaha da çok kabul gördüğüne işaret ediyor. Yine de Batı, Belarus’unfırtınalı geçmişi ile ilgili olumsuz çağrışımlarından kurtulupülkede önemli bir ekonomik ve medya varlığı bulunan Rusya ile buülke üzerindeki etkileri konusunda rekabete girişmeli. Bugünküdurum Rusya’ya eğilimli bir dış politikanın sonucu, ve Zaiko bueğilimin AB’nin genişlemesinin ticaret, seyahat ve Minsk’dekisiyasi durum üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle daha dakuvvetleneceğini tahmin ediyor. Yazı “Belarus’u göz ardı etmek,veya ülkeyi başarısız olarak nitelendirip silip atmak kötü vetehlikeli bir politikadır” uyarısı ile sona eriyor.

New Jersey’deki Rutgers Üniversitesi’ndenAlexander Motyl ve Sandhurst Kraliyet Askeri Akademisi’nden JamesSherr Ukrayna’nın dış politikası konusundaki analizlerinde benzeruyarılarda bulunuyorlar. Motyl Polonya’nın Schengen taahhütlerinedeniyle sınırlarının Batıya kapanmasının Belarus’da olduğu gibiciddi sorunlar doğuracağını düşünüyor. Ayrıca “soyutlanma Rusya’yateslim demektir” şeklinde bir korkuyu ifade ediyor. Rusya dahafonksiyonel kurumlara sahip olmanın yanı sıra, ılımlı bir güçsağlayabilecek kayda değer bir cephaneliğe sahip olmanın daavantajına sahip. Motyl Ukrayna’ya Batılı yapılara üyeliği için birplan sağlanmazsa ülkenin kalkınması konusunda ortaya çıkabilecek üçolumsuz senaryo çiziyor.

Sherr başlangıç noktası olarak Ukrayna’yıentegre etmemenin bedelini ele alıyor. Daha sonra Avrupa Birliğiile NATO’nun ortaklık konusundaki farklı yaklaşımlarınıkarşılaştırıyor. Sherr'e göre İttifak'ın ortaklık programı Ukraynada dahil tüm ortaklık ülkelerini Batılı kurumlara yakınlaştırırken,Soğuk Savaş'tan sonra radikal bir değişim geçirmemiş olan AvrupaBirliği sınırlarını doğuya doğru itme sürecinde eski bir genişlememodelini uygulamaya devam ediyor." Avrupa Birliği henüzNATO’nunkine benzer bir işbirliği programına sahip değil. NATO'nunişbirliği programı 2000 yılında 500 kadar NATO-Ukrayna etkinliğinibaşarıyla yürütmüştü. Ancak Sherr Avrupa Birliği'nin giderekgüvenlik politikası üzerinde odaklanmasıyla bunun değişeceğinidüşünüyor. Ülkenin dahili konularına gelince, Sherr’e göre Ukraynahalkı Rus halkı kadar olumsuz olmasa da, “NATO'ya Ukraynalı elitkesimden daha fazla şüpheyle yaklaşıyor; halbuki Rusya’da elitkesim NATO konusunda halktan daha şüpheci." Tüm sorunlara rağmen,1999 yılı NATO-Ukrayna arasında savunma üzerine odaklananişbirliğinde yoğun bir dönemin başlangıcı oldu. Sherr buişbirliğinin mükemmel bir analizini sunuyor ve Batı’yı bu tür nüfuzkanallarını açık tutmaya ve “Ukrayna’nın Avrupa’ya yönelikumutlarını ciddiye almaya” davet ediyor.

Genişleme konusundaki hiç bir inceleme Rusyaolmadan tamam sayılmaz. Moskova Dünya Ekonomisi ve Uluslararasıİlişkiler Enstitüsü’nden Vladimir Baranovsky yazısında “Avrupa” ileRusya’nın birbirleriyle ilgili karşılıklı fikirlerindeki değişimiele alıyor. Yazar daha en baştan Soğuk Savaş dönemindekikutuplaşmanın yerini işbirliği ihtiyacının aldığını açıkçabelirtiyor; ancak artık Batı ile ilişkilerin 1990’ların idealizmiile değil, bir belirsizlik ile nitelendirilebileceğini ifadeediyor. Yine de yazar tartışmacıların çoğunluğu için “Avrupayanlısı iddiaların genellikle daha cazip olduğunu” düşünüyor, çünküRusya’nın önde gelen aktörlerden biri olma şansının Avrupa’da başkayerlerden daha fazla olduğu kanısında. Baranovsky NATO-Rusyailişkilerinin önemli dönüm noktaları ile ilgili dengeli bir tablosunuyor: Yeltsin’in genişleme konusundaki tutumundaki en başlardakibelirsizlik; daha sonraları genişleme aleyhine nedenleri farklı daolsa geniş bir fikir birliği oluşturması; Mayıs 1997’de KurucuSenet’in imzalanmasıyla son bulan görüşmeler; NATO’nun 1999 Kosovakampanyasının etkileri. Ancak Başkan Vladimir Putin’in İttifak ileilgili pratik tutumu konusundaki analiz, 11 Eylül’den sonraterörizme karşı global savaş çerçevesinde NATO-Rusya ilişkilerininısınması ve NATO-Rusya Konseyi gibi en son gelişmelerikapsamıyor.

Bugün Soğuk Savaş’tan sonraki ikinci genişleme turu tamamlanmışbulunuyor. Kuzey Atlantik Konseyi’nde artık 26 müttefik ülke var,ve müttefiklerin 26’sı ve Rusya, NATO-Rusya Konseyi’nde birlikteçalışıyorlar. NATO Karargahında yedi ülkenin bayraklarının ilk defaçekildiği törende hazır bulunanlar ne bu olayın kendisini ne deuyandırdığı hassas duyguları asla unutamayacaklar. Yeni üyelerintörende hazır bulunan vatandaşları için o gün on yıldan fazla sürençalışmalarının meyvesi idi. Aynı zamanda bu ülkelerin tarihlerindeve de geniş Avrupa-Atlantik bölgesinde yeni bir dönemin debaşlangıcı idi. Pope’un flört ve evlilik ile ilgili acımasızsözlerine dönersek, üyelik evliliğe benzetilebilir; bu evliliğinyürümesi artık eski ve yeni üyelere kalmıştır.

Barry Adams Moskova’daki AmerikanUluslararası Eğitim Konseyleri’nde ileri düzeyde biraraştırmacıdır. Kendisi Eylül 2002-Mart 2004 tarihleri arasındaNATO’da çalışmıştır.