Haziran 2021’de Brüksel’de yapılan Zirve toplantısında NATO liderleri, Haziran 2022’de Madrid’de yapılacak zirvede onaylanacak olan yeni Stratejik Kavram için çalışmaya başlama kararı aldılar. Böyle bir Kavram en son 2010 yılında, çok farklı bir dünyada yaşadığımız günlerde kabul edilmişti.
NATO’nun Stratejik Kavramının amacı dinamik uluslararası güvenlik ortamını tanımlamak, Avrupa-Atlantik güvenliğine yönelik önemli tehditleri ve sorunları saptamak ve bu sorunların üstesinden gelmeye yarayacak yolları özetlemektir; bu nedenle gelecek yıllardaki NATO politikalarını şekillendirmeyi amaçlar. NATO’nun Soğuk Savaş boyunca gizli olarak sınıflandırılan Stratejik Kavramları en fazla on yıl geçerli oluyordu. Madrid Stratejik Kavramı ise, onaylandığı zaman NATO’nun Soğuk Savaşın sonundan beri hazırladığı dördüncü Stratejik Kavram olacak.

Haziran 2021’de Brüksel’de yapılan Zirve toplantısında NATO liderleri, Haziran 2022’de Madrid’de yapılacak zirvede onaylanacak olan yeni Stratejik Kavram için çalışmaya başlama kararı aldılar. © NATO
Bir sonraki Stratejik Kavram ile ilgili tartışmalar ilk başlarda İttifak’ı yeniden hortlayan devletlerarası tehditler ve büyük güçler arasındaki rekabet ile nitelendirilebilecek bir dünyaya hazırlamak üzerinde odaklanıyordu. Sadece bu düşünce bile İttifak’ın sınır ötesi tehditler ve denk olmayan rakipler gibi Soğuk Savaş sonrasında odaklandığı noktalar ile keskin bir tezat oluşturuyordu.
Büyük güçler arası rekabetin geri gelmesi NATO’nun üç temel görevi (toplu savunma, kriz yönetimi ve güvenlik işbirliği) arasında gelişmekte olan dengeyi nasıl etkiler? NATO yeniden devletlerarası tehditler ve büyük güçler arasındaki rekabet üzerinde odaklanmak ile sürmekte olan sınır ötesi tehditler ve sorunlar (terörizm veya iklim-güvenlik arasındaki bağ gibi) arasındaki dengeyi nasıl sağlayacak? Büyük güçler arasındaki rekabet konusunda NATO, karşısında Çin’in stratejik yükselişinin oluşturduğu daha sistematik tehditler varken Rusya’nın Avrupa için oluşturduğu tehdit üzerinde ne kadar ısrarla durmalıdır? Ve büyük güçler arasındaki rekabetin askerȋ ve askerȋ olmayan yönleri arasındaki doğru denge ne olmalıdır? Bu soru özellikle giderek yükselen hibrid savaş formları ve yıkıcı teknolojiler bağlamında daha önem kazanıyor. Bunlar İttifak’ı üyelerinin toplumsal dirençliliğini vurgulamaya ve yenilikçi teknolojiler konusundaki çalışmalarını hızlandırmaya zorluyor.
Ukrayna’daki savaş – ve İttifak’ın bir yandan Doğu Avrupa’daki caydırıcılığını güçlendirirken bir yandan Ukrayna’ya nasıl yardım edebileceği konusundaki tartışmalar – Stratejik Kavram ile ilgili konuşmalarda önemli bir yere sahip olmaya başladı. Bir bakıma bu savaş gerçekten de rekabetçi bir dünyada yaşamakta olduğumuz ve devletlerarası tehditlerin geri geldiği düşüncesini haklı çıkarıyor. Diğer yandan, Rusya’nın yaptığı aleni ve doğrudan istila eylemi gelecekteki çatışmaların dolaylı ve hibrid yollarla ortaya çıkacağı yönündeki yaygın varsayımların bazılarını sorguluyor.
Stratejik Kavramın amacı her ne kadar uzun vadeli stratejileri şekillendirmek ise de, Ukrayna’daki savaşın ve bu olayın yankılarının muhtemelen uzun yıllar süreceği gerçeği, Stratejik Kavramın oluşturulduğu bu günlerde daha da önem kazanıyor. Bununla birlikte, Rusya’nın Ukrayna operasyonlarının geleceği ile ilgili belirsizlik veya bu operasyonların İttifak’ın Doğu sınırı boyunca uzanan bölgede Rusya’nın gücü ve stratejik konumunu nasıl etkileyeceği konusu, NATO’nun Doğu’daki stratejisi ile ilgili herhangi bir düşüncenin Stratejik Kavramın ötesine uzanması gerektiğini gösteriyor. Daha açık söylemek gerekirse, Stratejik Kavramın bugün Avrupa’da yaşanan sorunların ötesine bakması ve küresel gücün Avrupa-Atlantik bölgesinden Hint-Pasifik bölgesine kaymasını hesaba katması şarttır.
Tarihi açıdan Stratejik Kavram
2010 yılında Lizbon’da kabul edilmiş olan ve halen geçerli olan Stratejik Kavram, İttifak’ın üç temel görevi olarak adlandırılan toplu savunma, kriz yönetimi ve güvenlik işbirliği görevleri arasında bir denge kurmayı amaçlamakta. Lizbon Stratejik Kavramı birçok açıdan kendisinden bir önceki Stratejik Kavramdan (1999 yılında Washington’da kabul edilen) yararlanır. Bu Kavram adeta NATO’nun Soğuk Savaş sonrası dönemdeki – Batının askerȋ ve teknolojik üstünlüğünün hâkim olduğu ve denk rakiplerinin bulunmadığı bir dönem – deneyimlerinin kristalleşmiş halidir.

Ukrayna’da sürmekte olan savaş 24 Şubat 2022 tarihinde Rusya’nın saldırgan istilasıyla başladı. Resim: Boston Globe izniyle
Soğuk Savaşın bitişini izleyen dönemde Rusya gibi eski düşmanların, hatta Çin gibi yeni ortaya çıkmakta olan büyük güçlerin bir şekilde açık ve kurallara dayalı düzene entegre olabilecekleri düşüncesi yaygındı. Bu, gerçekten olağanüstü güzel bir dönemdi. Amerika ve müttefiklerinin keyfini çıkardığı ekstra güç Batı’ya gerek askerȋ gerek siyasi açıdan iddialı alan dışı çabalara girişmesinde yardımcı oldu. Ayrıca, kriz yönetimi operasyonları ve toplu güvenlik girişimlerinden yararlanarak sadece Avrupa-Atlantik sahasında değil bunun dışında da açık ve kurallara dayalı uluslararası düzenin alanını genişletmek için sınırsız hareket özgürlüğü sağladı.
Uzun süren Soğuk Savaş sonrası dönemde savunma ve caydırıcılık biraz geri planda kaldı. Bu iki unsur her ne kadar Avrupa-Atlantik güvenliğinin temel unsurları olsa da, Batı’nın askerȋ ve teknolojik üstünlüğünün yanında neredeyse gereksiz sayılıyordu. O günlere hâkim olan unsur kriz yönetimi ve toplu savunmaydı. Ama artık o dünya yok ve büyük güçler arasındaki rekabet geri geldi. Rusya’nın Güney Osetya, Abhazya ve Kırım’ı ilhak etmesi (2008 ve 2014) ve Ukrayna’yı işgal etmesi (Şubat 2022) bu gerçeği gayet iyi resmediyor. Aynı şekilde Çin’in stratejik yükselişi ve Doğu Asya ve ötesinde giderek artan iddialı tutumu da dikkat çekicidir.
Avrupa’nın önemli bölümlerinde ve Doğu Asya’da denk rakipler yine güvenliği ve jeopolitik ve güvenlik mimarisini tehdit etmekle kalmıyor, açık ve kurallara dayalı uluslararası düzeni destekleyen kurumsal ve normatif dokuyu da tehdit ediyorlar. İttifak’ı bu yeni büyük güçler arasındaki rekabet dalgasına göre uyarlamak hiç şüphesiz ki önümüzdeki on yılın en önemli sorunu olacak.
Ukrayna’dan sonrası
1949’da, NATO’nun kuruluşundan, hatta sanayi devriminden beri, Avrupa-Atlantik sahası tartışmasız şekilde küresel politikaların çekim merkeziydi. Avrupa-Atlantik bölgesi ve çevresinde oluşan gelişmeler tipik olarak başka yerlerdeki jeopolitik ve stratejik dengeler üzerinde çok büyük etki yapıyordu. Ancak bugün ve yarının dünyasında bunun tam tersinin olması büyük bir olasılık. Hint-Pasifik bölgesi giderek küresel ekonomik büyüme, askerȋ rekabet ve teknolojik yeniliklerin çekim merkezi haline geldikçe bu bölgeden yayılan dinamiklerin Avrupa-Atlantik bölgesi dâhil, başka bölgeler üzerinde büyük bir etki yapması beklenebilir. Bu nedenle Avrupa-Atlantik bölgesinin jeopolitik konumu ve güvenlik mimarisi de büyük olasılıkla dış etmenlerden etkilenecektir.

Rusya’nın 2014 yılında yasal olmayan şekilde Kırım’ı ilhak etti. Bir Rus devriyesi Kırım’ın uluslararası havalimanı dışında nöbette.
Avrupa-Atlantik bölgesinin artık dünyanın merkezi olmadığı, Çin’in stratejik yükselişinin ve Hint-Pasifik bölgesinin giderek çekim merkezi haline geldiği bir dünyada İttifak güvenlik konusunda daha küresel düşünmek zorunda. Şüphesiz NATO denince akla hep Avrupa-Atlantik bölgesi gelecektir. Ancak Avrupa-Atlantik bölgesinin – ve de bizzat NATO’nun – geleceği, büyük olasılıkla NATO ve üyelerinin tamamen yabancısı oldukları bir şekilde, geniş jeostratejik dinamiklerin etkisi altına girecektir.
NATO bu nedenle Avrupa-Atlantik bölgesinin öneminin devam ettiği, fakat muhtemelen hem dünya politikasında hem de Amerikan jeostratejisi bağlamında ikincil bir konuma geldiği bir dünyaya uyum sağlamalıdır. Bu değişiklikler İttifakı güvenlik konusunda daha küresel bir yaklaşım geliştirmeye zorlayacaktır. Müttefiklerin NATO’nun küresel olarak hareket etmesi gerekip gerekmediği sorusunun da (örneğin, Hint-Pasifik bölgesinde bir varlık oluşturarak) ötesine bakarak Avrupa-Atlantik güvenliği ile geniş jeostratejik dinamikler (özellikle Hint-Pasifik bölgesi) arasındaki temel ilişkiler üzerinde daha sistemik biçimde düşünmeleri gerekecektir. Bu noktada üç konu öne çıkıyor: Çin’in yükselişinin küresel sonuçları; Çin-Rusya ilişkilerinin evrimi; ve Amerika’nın Avrupa ve Asya ile ilgili önceliğini ve bunun NATO, Avrupa güvenliği ve uzun zamandır tartışma konusu olan transatlantik iş bölümü açısından ne anlama geldiğini belirlemesi gereği.
Ukrayna’daki savaş ve müttefiklerin Ukrayna’ya yardım etme ve Doğuda caydırıcılığı güçlendirme yönündeki çalışmaları transatlantik ilişkilerin yeniden canlanmasına ve Avrupa üzerinde yeniden odaklanılmasına yol açmış gibi görünüyor – bu Amerika için de böyle. Ancak ilk akla gelenin aksine, Ukrayna’daki savaşın küresel strateji ve politikanın – ve hatta ABD jeostratejisinin – sürekli olarak Hint-Pasifik bölgesine doğru kaymasını engellemesi mümkün değil. Ukrayna krizi ve bugüne kadarki tepkiler bu değişimi durdurmak yerine Avrupa’nın jeopolitik ve güvenlik dinamiklerinin Avrupa dışından giderek nasıl etkilendiğinin güçlü bir göstergesini sunuyor.

Çin yükseliyor: Japonya’nın savunma konusundaki 2021 tarihli beyaz kitabı Çin’in “askerî gücünü nitelik ve nicelik bakımından geniş çapta ve hızla geliştirmekle meşgul olduğunu” iddia ediyor. ©Reuters
Her şeyden önce, Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa’da Rusya’nın saldırganlığına nasıl mukabele etmesi gerektiği konusundaki tartışmalarda Çin ve Asya kaynaklı endişeler ön plana çıktı. Bazı uzmanlar ABD’nin dikkatini Hint-Pasifik bölgesinden başka yöne çevirmemesi için bir Avrupa savaşına saplanıp kalmaktan kaçınması gerektiğini ileri sürüyorlar. Diğerlerinin iddiası ise güçlü bir ABD mukabelesinin düşmanları caydıracağı ve müttefiklerine, özellikle de Hint-Pasifik bölgesindekilere, güvence vereceği yönünde. Avrupa ve Hint-Pasifik bölgesinin güvenliği fazlasıyla ABD’nin gücüne dayandığı ve bu iki bölge ABD savunma kaynakları üzerinde ciddi bir baskı yapmaya devam ettiği sürece aralarındaki ittifak ile caydırıcılık mimarileri büyük olasılıkla birbirine geçmiş durumda kalacak. Bu da NATO ile Asya-Pasifik’teki belli başlı ortakları (özellikle de Japonya, Avustralya, Kore Cumhuriyeti ve Yeni Zelanda) arasında daha güçlü bir siyasi ve askerî koordinasyonun önemini vurgulayacak.
Bir başka nokta da NATO ve Asya-Pasifik ortaklarının hem Rusya ve Çin hakkında hem de bu ikilinin ilişkilerinin nasıl gelişeceği konusunda ortak bir tabloya sahip olmaları gerektiği. Eğer Çin-Rusya ilişkisi geniş çapta işbirliğine dayalı kalırsa, bu iki ülkenin arasını bozma çabaları zorlayıcı olabilir. Önemli olan, Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa ve Asya-Pasifik bölgesindeki müttefiklerinin Rusya veya Çin’i kendi taraflarına çekmek veya bu ikilinin ilişkilerini manipüle etmek konusunda ne düşünürlerse düşünsünler, aynı safta kalmak zorunda olmaları. Aksi takdirde bu iki gücün yükselişleri veya ilişkilerinin nasıl gelişeceği konusunda farklı sonuçlara varmaları ve politikalarını farklı önermelere dayanarak formüle etmeleri gibi bir riskle karşı karşıya kalırlar. Bu da büyük olasılıkla ABD ile müttefikleri arasında ve NATO Müttefiklerinin kendi aralarında rekabeti tetikleyebilir.
Sonuç
Ukrayna’daki savaş NATO’nun yeni Stratejik Kavramı ile ilgili tartışmaların önemli bir boyutu olmuştur. Ukrayna’ya yardıma nasıl devam edileceği ve İttifakın doğusunda caydırıcılığın nasıl güçlendirileceği konusundaki tartışmalar hiç şüphesiz Haziran ayında Madrid’de ön plana çıkacak. Bu anlaşılabilir, çünkü NATO’nun kuruluş nedeni Avrupa’da bir savaşı önlemektir. Nitekim Stratejik Kavramı şekillendirecek esas konular üç temel görev arasındaki denge; devlet ve devlet dışı tehditler; askerî ve askerî olmayan konular; Rusya ve Çin, vb. iken, Ukrayna’daki savaş büyük olasılıkla Ukrayna’ya yardıma devam eğilimini ön plana çıkaracaktır.

NATO yeni Stratejik Kavramını Strategic ConceptHaziran 2022’deki Madrid Zirvesinde resmen kabul edecek.
Ancak İttifakı giderek büyük güçler arasındaki rekabet ile tanımlanan bir duruma hazırlamak Doğu Avrupa’daki mevcut krizin ötesine bakabilmeyi ve geniş jeostratejik gelişmeleri enine boyuna düşünmeyi gerektirir. Bu da küresel stratejik rekabette Avrupa-Atlantik bölgesinin merkezi konumunun zayıflaması ve de Avrupa içinde ve çevresindeki güvenlik dinamiklerinin giderek Avrupa’nın dışındaki gelişmelerden etkileneceği gerçeği açısından çok önemlidir. İttifakın güvenlik konusunda daha küresel bir yaklaşım geliştirmesi ve özellikle de Hint-Pasifik bölgesindeki jeostratejik gelişmeleri ve bunların Avrupa-Atlantik güvenliği açısından olası etkilerini anlaması gerekecektir.