Nükleer silahların kullanımı tehdidi 2022 yılında yine hortladı ve Avrupa sahnesindeki yerini aldı. Bu yıl Şubat ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği günden beri Ukrayna’nın kendisinin isteklerine boyun eğmesini sağlamak ve NATO’nun müdahalesini engellemek amacıyla ülkesinin nükleer kılıcını sallamakta. Bu durum kırk yıldır NATO ve ortaklarına karşı yürütülmüş en uzun süreli, ısrarlı ve bilinçli nükleer zorlamadır. Bu nedenle Rusya’nın bu tutumunu dikkatle incelemeliyiz.
Nükleer silahların rolü: caydırıcılığa karşılık nükleer tehdit
Nükleer silahlar kriz durumlarında iki amaçla kullanılabilir: caydırmak (caydırıcılık) ve zorlamak (zorlama) için. Caydırıcılık, düşmanı ağır bir karşı saldırı tehdidiyle bir saldırıdan vazgeçirmek için kullanılır. Zorlama ise bir şeyi elde etmek için – bir barış anlaşmasını gerçekleştirmek gibi – düşmanı muazzam bir kuvvet konuşlandırmakla tehdit etmeye yarar. Ukrayna’daki savaştan gelen ilk bulgular nükleer silahlar konusunda birçok bilim insanının uzun zamandır ileri sürdükleri tezi destekliyor: nükleer silahlar caydırıcılık konusunda gayet güçlü bir araçtır ama zorlama konusunda o kadar güçlü değildir.
Rusya’nın nükleer tehditleri görünüşte Ukrayna’yı teslim olmaya ve Batılı devletleri yardımı kesmeye zorlamak amacını taşıyordu. Oysa Ukrayna silahlı kuvvetleri savunma eylemlerine son vermeye hiç niyeti olmadığını gösterdi. Hatta eylemlerini Rusya toprakları içindeki Rus hedeflerini vurmaya kadar götürdü. Bu arada, Batılı ülkeler de Ukrayna kuvvetlerine yaptıkları yardımı ne kestiler ne de yavaşlattılar. Bununla beraber, son zamanlarda Rusya silahlı kuvvetlerinin üst kademeleri arasında (Putin’in doğrudan katılmadığı) Ukrayna’da nükleer silah kullanımına ilişkin tartışmalar yapılıyordu. Bu toplantılar potansiyel olarak daha ciddi nükleer sinyallere yönelik adımlar olabilir.
Ukrayna’daki bulgular nükleer silahların caydırıcılıktaki değerini ön plana çıkartıyor. Bir yandan, NATO’nun nükleer kalkanı Rusya’nın İttifak’ın doğusundaki NATO üyesi ülkelere, özellikle Baltık ülkelerine karşı gösterdiği saldırgan tutumu caydırmaya yardımcı olmuştur. Diğer yandan, Rusya’nın nükleer silahları da çeşitli derecelerde ve düzeylerde caydırıcı bir etki yaratmış olabilir. NATO Müttefikleri başından beri Ukrayna’da (uçuşa kapalı bölge de dâhil) doğrudan bir müdahalede bulunmayı düşünmemiştir; bazı Müttefikler de – muhtemelen olayların tırmanmasını engellemek için – Ukrayna’ya gönderilen cephanenin tipi ve menzilini kısıtlamıştır.
Caydırıcılık ve zorlama konusunda son bir nokta: merhum nükleer bilimci Robert Jervis’e göre nükleer silahlar bir ülkenin topraklarının mevcut statüsünü korur. Jervis, nükleer silahların ulusal topraklar gibi hayati önem taşıyan çıkarları korumak amacıyla kullanıldığında etkili olduğunu düşünüyordu. Putin, Ukrayna toprakları üzerindeki hak iddialarını ve bu toprakların ilhakını konsolide etmek için nükleer silah kullanma tehdidinden yararlanmasını meşru kılabilmek amacıyla Donbas, Kherson ve Zaporizhzhia’da [anayasa referandumları] (https://www.reuters.com/world/europe/ukraine-marches-farther-into-liberated-lands-separatist-calls-urgent-referendum-2022-09-19/) yaptı. Ancak, Rusya’nın nükleer caydırıcılığı istenen etkiyi tam olarak yapamadı. Ukrayna bu uyarılara kulak asmayıp topraklarını geri almak için (özellikle [Kherson’da] (https://www.economist.com/graphic-detail/2022/10/06/ukraine-has-made-stunning-gains-on-the-battlefield) çok etkili olan) karşı saldırılara geçti. Uluslararası toplum da bu olaylara sistematik olarak uluslararası yasaları hatırlatarak cevap verdi: hem fiilen hem de yasal olarak bu bölgeler hâlâ Ukrayna topraklarıdır.
Ancak ufukta Jervis’in teorisini sınayacak daha zorlu bir sınav gözüküyor. Acaba Rusya’nın sekiz yıldır fiilî olarak Kırım’ı sahiplenmiş olması bu bölgeyi savunmak için nükleer silah kullanma tehdidini daha inanılır yapacak kadar bir “Rus” bölgesi mi yapıyor? Gelecekteki eylemleri şekillendirecek değişkenlerin çokluğu nedeniyle ileriye dönük tahminler yapmak mümkün değil. Ukrayna’nın Kırım’daki hedeflere karşı askerî kuvvet kullanmış olduğunu biliyoruz. Bunlara bir hava üssüne yaptığı drone saldırıları ve Kırım’ı Rus anakarasına bağlayan Kerch Boğazı köprüsüne yapılan sahiplenilmemiş ama yıkıcı saldırı da bulunuyor. Şu ana kadar bir nükleer tırmanma veya Rusya’nın yeni bir nükleer tehdidi görülmedi. Ancak, Rusya’nın işgal ettiği diğer topraklara kıyasla Kırım’a daha fazla stratejik değer biçtiği açıkça görülüyor – muhtemelen Rusya’nın Karadeniz Filosu üssünün tarihi Sivastopol şehrinde olmasından ötürü. Eğer Ukrayna kuvvetleri Kırım topraklarını geri alabilseydi – ki bu son zamanlardaki başarılarına rağmen bir spekülasyon konusudur – Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin kendisini daha etkili eylemler yapması için yurtiçinden gelecek baskıyla karşı karşıya bulabilirdi. Kısacası, Rusya’nın bugün Kırım topraklarını bugünkü haliyle kabul edip etmediği (‘status quo territory’) konusundaki belirsizlik nedeniyle ortaya çıkacak yanlış hesaplamalar bir nükleer tırmanışa yol açabilir.
NATO’nun caydırıcı duruşu
Rusya’nın NATO ortaklarından Ukrayna’yı istila etme ve nükleer kılıcını sallamaktaki istekliliği, nükleer silahların İttifak ve Müttefiklerinin savunması açısından - en azından öngörülebilir gelecekte - ne kadar merkezî bir rolü olduğunu teyit etti. Bugün NATO’nun savunma ve caydırıcılık duruşunda silahsızlanma veya nükleer silahların öneminin büyük ölçüde azaltılması ne uygulanabilir ne de istenilir bir durumdur. Kabaca 2,000 taktik nükleer silahtan oluşan arsenali ile Rusya’nın stratejik nükleer eşiğin altında kalarak tırmandırma tehdidi – bir başka deyişle daha düşük randımanlı ve daha kısa menzilli nükleer silahlar kullanarak – ne yazık ki NATO’yu bu tehdide kendi ihtiyaçlarına cevap veren seçeneklerle mukabele etmeye zorluyor.
Bu nedenle NATO nükleer bir İttifak olarak kalmak zorundadır, ancak NATO’nun mevcut nükleer duruşu Rusya’ya karşı etkili bir caydırıcılık sağlamaya yeterli midir? NATO geçtiğimiz Haziran ayında İttifakın caydırıcılığında nükleer silahların rolünü vurgulayan yeni bir Stratejik Kavram yayınladı, ancak bu belge ayrıntılar konusunda çok zayıf kalıyor ve Müttefiklerin nükleer ve konvansiyonel askerî sistemlerin “uygun bir karışımı”na dayanmalarını öneriyor (par. 20). Ukrayna’nın kahramanca direnişi ve uluslararası yaptırımlar karşısında Rusya’nın askerî duruşu zayıflamaya devam ederken ve Moskova uluslararası toplumdan giderek daha fazla izole olurken, Putin’in Batı’dan ve Ukrayna'dan siyasi tavizler almak için nükleer sinyallerine daha sık ve daha agresif şekilde başvuracağını tahmin etmek pek zor değil. Thomas Schelling'in rekabetçi risk almanın "kaygan yokuşu”na” doğru yönlendirilen NATO, Rusya’nın nükleer tırmandırma tehditlerine inandırıcı bir mukabelede bulunacak donanıma sahip mi?
Rusya’nın şimdiye kadar bir NATO ülkesine karşı askerî harekâtta bulunmaması ve NATO’nun doğrudan tepkisine sebep olabilecek tırmandırıcı bir eylemde bulunmamaya dikkat etmesi şunu gösteriyor: NATO’nun nükleer paylaşımı ve Çift Yetenekli Uçaklar tarafından atılan B61 yerçekimi bombalarının Avrupa’da konuşlandırılmasına dayanan harekât alanı nükleer duruşu şu an için yeterlidir. Ancak, Rusya'nın bu davranışı, NATO'nun mevcut taktik nükleer silahlarına tamamlayıcı olarak ABD'nin Denizaltıdan Atılan D5 Trident Balistik Füzelere düşük randımanlı W76-2 nükleer savaş başlığı konuşlandırma (Çift Yetenekli Uçaklardan atılan B61’lerden daha dayanıklı oldukları için) konusundaki 2020 tarihli kararını haklı çıkarıp çıkarmayacağı tartışılabilir. Ayrıca Birleşik Krallık’ın 2021 yılında yapılan Entegre İnceleme (‘Integrated Review’) çerçevesinde nükleer stokunu yüzde 40 oranında arttırma yönündeki kararı da mantıklı bir tepki olarak görülebilir. Amerika Birleşik Devletleri Denizaltıdan Atılan düşük randımanlı Balistik Füzeleri öne sürerek stratejik hesaplara teknik ve politik esneklik katarken, İttifak'ın nükleer duruşu üç karar alma merkezine (Washington, Londra ve Paris) dayanıyor. Diğer Müttefikler, ya Çift Yetenekli Uçakların temelini oluşturan nükleer paylaşım anlaşması yoluyla, ya da Nükleer Planlama Grubu vasıtasıyla sürece dâhil olarak bir siyasi birlik boyutu ve bir stratejik ademi merkezileşme unsuru eklerler ve bu birleşim Rusya'nın NATO'nun olası eylemlerini ve tepkilerini ölçebilmesini zorlaştırarak iddialarını zayıflatır.
Ukrayna, silahların kontrolü ve nükleer silahların yayılmasını önleme
İlgi çekecek son bir nokta da Rusya’nın zorlayıcı nükleer davranışının aynı zamanda nükleer alanda hayati önem taşıyan iki başka alanı da doğrudan etkilemesidir: silahların kontrolü ve nükleer silahların yayılmasını önleme. Rusya’nın Ukrayna’daki saldırganlığı önümüzdeki 5 yılda stratejik silahların kontrolü görüşmelerini zayıflatacak mı? Ayrıca Rusya’nın nükleer zorlaması ve Ukrayna’ya karşı askerî kuvvet kullanma istekliliğini açıkça göstermesi gelecekte nükleer silahların yayılması ihtimalini arttırdı mı, azalttı mı, yoksa hiç mi etkilemedi?
Silahların kontrolü konusunda esas sorun ABD ve Rusya’nın her iki tarafın nükleer silahlarının karşılıklı olarak kabul edilen düzeyde tutulması konusundaki Yeni START Antlaşması üzerinde yaptıkları görüşmelerdir. 2021 yılının başlarında Yeni START’ın kapsamının genişletilmesi, antlaşmanın süresinin dolmasından sadece iki gün önce kabul edildi. Her iki taraf da bir izleme antlaşması (“follow-on treaty”) ile ilgili görüşmelere başlamak istese de böyle bir anlaşmanın karşılıklı güven temeline dayanması gerekir; oysa Rusya’nın Ukrayna’daki saldırganlığı bu güveni paramparça etti. Bu nedenle, savaş iki taraf arasındaki ilişkileri son derece kötüye götürmüş olacağından, en azından öngörülebilir gelecekte bir anlaşma mümkün olmayabilir. Ayrıca, çatışmalar tüm hızıyla devam ederken silahların kontrolü ile ilgili bir anlaşma konusunda görüşmeler yapılmasının yaratacağı olumsuz izlenim de bu görüşmeleri imkânsız kılacak kadar olumsuz yerel ve uluslararası siyasi baskıya (özellikle ABD üzerinde) yol açabilir.
Yine de, Yeni START Antlaşmasının son genişletilmesi üzerindeki görüşmeler sırasında ABD ile Rusya arasındaki ilişkiler pek de olumlu olmamakla beraber bir antlaşma sağlandı. Aynı şekilde Ukrayna’da devam eden savaş ve bu savaşın Avrupa güvenlik düzenine getirdiği istikrarsızlık sürerken stratejik düzeyde silahların kontrolünden vazgeçerek daha fazla istikrarsızlığa yol açmanın zamanı olmadığı da söylenebilir. Stratejik silahlar ve bunları fırlatma sistemlerine bir sınır belirlenmemişse Avrupa’da bir silah yarışı ortaya çıkabilir ve bunun stratejik istikrar açısından etkileri olumsuz olur. Burada en önemli konular, mevcut yaptırım rejimi altında Rus savunma ve teknoloji sanayisinin temelinin Rusya’nın nükleer arsenalini önemli ölçüde arttırmaya gerçekten muktedir olup olmadığı, ve kaynak kıtlığının Ukrayna’daki savaşı nasıl etkileyeceğidir.
Ukrayna’da yaşanan dram aynı zamanda gelecekte nükleer silahların global olarak yayılması olasılığı hakkında da bazı sorular ortaya atıyor. John Mearsheimer’ın 1993’te ortaya attığı Ukrayna’nın Sovyetler Birliği’nden miras kalan nükleer silahlardan feragat etmesinin stratejik bir hata olacağı şeklindeki meşhur iddiası bugün iyi bilinir. Mearsheimer’a göre 2022’de Ukrayna nükleer silahlara sahip olsaydı Rusya büyük olasılıkla ülkeyi istila etmezdi. Dolayısıyla diğer ülkeler Rusya’nın saldırganlığını bir örnek olarak görebilirler: bugün kendinizi biraz güvenlikte hissedebilirsiniz – 1994 Budapeşte Muhtırasından sonra Ukrayna’nın hissettiği gibi – ama bu güvenlik sonsuza kadar sürmez. Ancak bu iddiadaki bazı problemlere de değinmeliyiz: Mearsheimer o tarihte Ukrayna’nın bu silahları idame ettirecek altyapıya ve onları kullanabilmek için gereken nükleer kodlara ve uzmanlığa sahip olmadığını gözden kaçırıyor. Bu silahların işlevsel olmalarını garanti etmek için gereken kurumsal ve insani tüm bilgi Rusya’da kalmıştı. Kısacası, nükleer silahlara sahip olmak kendi başına inandırıcı bir caydırıcılık anlamına gelmez.
Sonuçlar
Rusya’nın nükleer sinyalleri ve zorlamaları uluslararası güvenlik düzeninin istikrarını ciddi biçimde bozuyor ve Soğuk Savaştan bu yana NATO’nun karşılaştığı en önemli zorluklardan birini oluşturuyor. Bununla birlikte, Ukrayna'daki zorlama girişimlerinden birkaç ön sonuç çıkarabiliriz; ancak bu bulguları desteklemek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç var. Nükleer silahlar nihai caydırma aracı olmaya devam ediyor. Her ne kadar çatışma başlamadan önce bazıları bundan şüphe duymuşsa da, özellikle NATO’nun nükleer bir İttifak olduğu düşünülürse, bu gerçeği tekrarlamakta fayda var. Bunun aksine, nükleer silahlar bir zorlama aracı olarak zayıf görünüyorlar. Bu da Avrupa veya başka yerlerde gelecekte yaşanabilecek diğer potansiyel krizler için önemli dersler içeriyor. NATO müttefikleri, siyasi veya diplomatik olarak Ukrayna’nın kendini savunmasına yardım etmek zorunda değillerdi, ancak Rusya'nın nükleer söylemlerine rağmen bu yardımı yaptılar. Ukrayna ve başka yerlerde bu derslerin ötesinde de öğrenilecek çok şey var. Rusya’nın nükleer zorlamasının NATO’nun kendi nükleer duruşu, silahların kontrolünün geleceği ve nükleer silahların yayılmasını önleme üzerinde bir etkisi olacak mı? Ve diğer ülkeler de aynı dersleri çıkaracaklar mı? Bunu ancak zaman gösterecek.