2014 yılı NATO’nun tarihinde ilk kez doğusunda ve güneyinde önemli güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya kaldığı bir yıl olarak hatırlanacak: Rusya’nın gayrımeşru biçimde Kırım’ı ilhak etmiş, “İslam Devleti” olarak anılan güçlerin ilerleme kaydetmişti. Ancak 2014 aynı zamanda NATO’nun komşularındaki güvenlik ortamını ciddi biçimde etkileyecek bir başka gelişmeye de tanık oldu: petrol fiyatları tüm dünyada düşüşe geçti. Eğer bu düşüş petrol üreten ülkelerin istikrarını bozarsa, NATO kapısının eşiğinde ciddi bir fırtına ile karşı karşıya kalabilir.
Petrol fiyatlarındaki düşüşün nedenleri
Geçtiğimiz iki yıl içinde bilinen iki büyük petrol fiyatı endekslerine – Brent ve WTI (West Texas Intermediate) - göre petrol fiyatları 2014’te varil başına ortalama 99 dolardan 2015’te 53 dolara, ve 2016’da 28 dolara düştü.
Petrol fiyatlarındaki bu hızlı düşüş çeşitli faktörlere bağlıdır: Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü üyesi devletlerdeki petrol tüketimi; Çin ekonomisindeki durgunluk nedeniyle her zamankinden daha yavaş artış gösteren petrol talebi; ABD’de konvansiyonel olmayan metotlarla yapılan gaz ve petrol üretimindeki müthiş artış ve bunun sonucunda ABD’nin azalan petrol ithalatı ve dolayısıyla küresel piyasalarda daha fazla petrol bulunması; Suudi Arabistan’ın pazar payını korumak için üretimini rekor düzeyde devam ettirme kararı; ve Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) içinde bir fikir birliği olmaması.
Suudi Arabistan’ın üretim düzeyini koruma kararının ardında ABD’nin yeni metotlarla yaptığı gaz ve petrol üretimini baltalamak ve İran’ın yaptırımların sona ermesiyle yeniden petrol piyasasına girmesini zorlaştırmak gibi başka düşünceler de yatıyor olabilir.
Ama teknolojik ilerlemelerden ötürü ABD’deki “hidrolik kırma” endüstrisi tahminlerden çok daha dirençli çıktı ve birçok Amerikan üreticilerine yeniliklere açılma, üretimde maliyet etkinliği arttırma, ve düşen petrol fiyatlarına rağmen piyasada tutunmayı başarma imkanını sağladı. Aslında fiyatlar tekrar yükselse bile, Rusya, İran ve Venezuela gibi eski teknolojiye sahip bazı petrol üreticileri giderek güçlerini kaybedeceklerdir çünkü herhangi bir fiyat artışı yeni teknolojiye sahip üreticilerin sayıcını arttıracaktır.
Fiyat artışı olasılığı
Bazı üreticilerin muhtemelen üretimlerini kısıtlamaları ve dolayısıyla fiyatların az da olsa biraz yükselmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Daha yüksek petrol fiyatları yeni petrol ve gaz alanları aramak için gereken yatırımları uygulanabilir hale getirecektir ki bu da gelecekteki olası petrol kıtlığı ve ani fiyat artışlarının önlenmesi açısından önemli bir faktördür.
Ancak daha bir süre fiyatların son on yıla damgasını vuran 100 dolar veya üstü seviyesine ulaşması pek olası değildir. Bu da Rusya ile Orta Doğu, Kuzey Afrika, ve Latin Amerika’daki birçok petrol üreticisi ülkenin başa baş noktasının altında üretim yapmaya mecbur kalmaları, yani finansal kayıplar yaşamaları demektir. Cezayir, Angola, Ekvador, Nijerya, Venezuela ve diğer yüksek nüfuslu fakir ülkelerin, başarısız olsalar da, fiyatların daha da düşmesini önlemek için OPEC’i üretimi düşürmeye ikna etmeye çalışıyor olmaları şaşırtıcı değildir.
Sonuçlar
Vatandaşlarını cömert sübvansiyonlarla “satın alan” devletler için küresel petrol bolluğunun devam etmesi bir noktada siyasi karışıklıklara neden olabilir.
Mevcut durumun güvenlik boyutu son derece açıktır: çoğu petrol üreten ülke için fiyatın belirli bir düzeyin altına düşmesi rejimler ve halkları arasındaki “sosyal kontrat”ın bozulması tehdidini getirir. Vatandaşlarını cömert sübvansiyonlarla “satın alan” devletler için ise siyasi karışıklık riski oluşturabilir.
Bazı analistler düşük petrol fiyatlarının petrol gelirine dayalı küçük ülkeleri kendi dahili sorunları üzerinde odaklanmaya zorlayacağı, ve kararlı bir dış politika sürdürmelerine izin vermeyeceği için uluslararası istikrara yardımcı olacağını savunuyorlar.
Bu iddia bazı ülkeler için doğru olabilirse de diğerleri için geçerli değildir. Örneğin ezeli rakipler İran ve Suudi Arabistan ülkeleri ile ilgili ekonomik kaygılar nedeniyle sürdürdükleri jeopolitik rekabete bir son vermeye niyetli gözükmüyorlar. Hatta bu rekabet giderek askeri bir boyuta bürünüyor.
Rusya’nın dış politikası da ekonomik açıdan fazla mantıklı değil: Rusya bir yandan ekonomik bir durgunluğa doğru ilerlerken bir yandan da askeri modernizasyonu için daha çok harcama yapıyor. Bu durumda maceracı bir dış politika ile dikkatleri dağıtma yoluna gidebileceği olasılığı göz ardı edilemez.

Bir yatırımcı Hangzhou, Zheijang’daki bir aracı kurumda elektronik ekranı izliyor, 26 Ocak, 2016. Çin’in hisseleri % 6’lık bir düşüşle petrol fiyatlarını takip eden 14 aylık dönemdeki seviyesine inerek global büyüme konusundaki endişeleri yeniden gündeme getirdi. © REUTERS
New alliances?
Bu durum düşük petrol fiyatlarının neden olduğu bir başka güvenlik boyutunu da beraberinde getiriyor: yeni ittifakların neden olduğu olası jeopolitik değişiklikler.
Bu yeni ittifaklardan biri Rusya ve İran arasındadır. İran’ın muazzam gaz ve petrol rezervleri piyasaya çıktığı ve petrol fiyatları biraz daha düştüğü anda Rusya’nın bundan büyük zarar göreceği açıktır. Buna rağmen Moskova İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılması için “P5+1 süreci”nde işbirliği yapmıştır (İran ile BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi Çin, Fransa, Rusya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri artı Almanya arasında İran’ın nükleer programı konusunda yürütülen görüşmeler) işbirliği yapmıştır. Ayrıca İran ile sivil nükleer güçten silah satışına kadar çeşitli alanlarda ticari ilişkiler geliştirmiştir.
Rusya’nın İran ile ilgili stratejisi Tahran ile rekabetten ziyade kucaklayıcı bir tutum sergiler gibi görünüyor. Rusya, İran’ın enerji sektörüne yatırım yaparak ve nüfuzunu kullanarak İran’ın zenginliğinin Rusya ile doğrudan rekabete girmeyecek şekilde ihraç edilmesini garanti altına almak istiyor olabilir. Moskova’nın bazı Orta Asyalı komşularına da uyguladığı bu strateji öncelikli olarak öngörülebilir gelecekte bu ülkelerin Rusya’nın başlıca pazarı olarak görünen Avrupa’ya bireysel olarak gaz ihraç etmelerini engellemektir.
Rusya’nın İran ile ilgili stratejisi Tahran ile rekabetten ziyade kucaklayıcı bir tutum sergiler gibi görünüyor. Rusya, İran’ın enerji sektörüne yatırım yaparak ve nüfuzunu kullanarak İran’ın zenginliğinin Rusya ile doğrudan rekabete girmeyecek şekilde ihraç edilmesini garanti altına almak istiyor olabilir. Moskova’nın bazı Orta Asyalı komşularına da uyguladığı bu strateji öncelikli olarak öngörülebilir gelecekte bu ülkelerin Rusya’nın başlıca pazarı olarak görünen Avrupa’ya bireysel olarak gaz ihraç etmelerini engellemektir.

Anzoategui, Venezuela’daki bir sanayi kompleksinde bir petrol işçisi boru hatlarının yanında yürüyor. Venezuela Nisan 2015’te yeni bir plan üzerinde görüşmeler başlattı: Planın amacı ülkenin yoğun ham petrolü ile diğer OPEC ülkelerinin daha az yoğun petrolünü karıştırarak yeni bir çeşit elde etmek ve böylece ABD ve Kanada’nın sunduğu yüksek miktarlardaki petrol arzı ile rekabet edebilmektir.
XXXXXXXXX
Bir başka ittifak ise Çin ve İran arasında gelişebilir. Halen İran’ın, enerji dahil, en büyük ticaret ortağı Çin’dir. Çin’in Suudi Arabistan’a enerji açısından gidererek artan bağımlılığı karşısında İran bir alternatif olabilir. İran açısından ise, Çin giderek büyüyen bir enerji müşterisi ve potansiyel bir yatırımcıdır. Ayrıca Tahran, Suudi Arabistan ile olan sıkıntılı ilişkisi çerçevesinde Pekin’i “dürüst bir aracı” olarak görebilir. Çin sadece kendi ekonomik çıkarlarını geliştirmek için değil de genel bir siyasi istikrar için çalışırsa daha yakın bir Çin-İran ilişkisi olumlu sonuçlar doğurabilir.
Implications for NATO
Tüm NATO Müttefikleri Orta Doğudaki Irak ve Levant İslam Devletine (IŞİD) karşı olan koalisyonun bir parçasıdırlar. NATO ayrıca, bu bölgedeki ülkelerin istikrarını ve direncini arttırmak için bu ülkelerin savunma kapasitesi oluşturmalarına destek olmaktadır. Bu da Müttefiklerin düşük petrol fiyatlarının neden olabileceği herhangi bir siyasi karmaşanın kendilerini doğrudan etkileyebileceği bir bölgede angaje oldukları anlamına gelir.
Bunun olumlu yanı ise, düşük petrol fiyatlarının IŞİD’in mali durumuna ağır bir darbe indirmiş olmasıdır. Daha sonra koalisyon hava güçleri IŞİD tarafından işletilen rafinerilere ve yakıt konvoylarına yönelttiği hava saldırıları ile IŞİD’in gelirlerinin büyük bir bölümünü yok etmiştir.

Virgina’daki Langley Hava Üssü’nde montaj bandındaki Güdümlü Bombalar (GBU32) ABD’nin İslam Devleti’ne karşı yürüttüğü savaşta konuşlanmak üzere hazır bekliyorlar. © REUTERS
Ancak İran ve Suudi Arabistan jeopolitik, ekonomik ve dini rekabet içinde sıkışıp kalmışlardır ve her iki ülke de hem pazar paylarını korumak hem de ülkelerinde kendilerini destekleyen grupları memnun edecek geliri sürdürmek için büyük miktarlarda petrol üretmek zorundadırlar. Irak ise IŞİD’in saldırılarından, yurt içindeki gerginliklerden ve düşük petrol fiyatlarından (Libya gibi) ötürü sıkıntı içindedir. Suriye savaşına bir de Rusya’nın dahil olması bu tabloyu daha da zorlaştırmıştır.
Bu nedenle NATO bölgede birkaç aktörle uğraşmak zorunda kalacaktır. Bu aktörlerin jeopolitik hedefleri birbirinden çok farklı olmalarının yanı sıra siyasi gündemleri de ekonomik gerileme ve yurt içindeki karışıklıklarla baş etmek doğrultusunda belirlenmektedir, ki bu da onların ne yapacaklarını öngörmeyi daha da zorlaştırmaktadır.
Ayrıca, “ucuz petrol” ün getirdiği istikrarsızlık Ürdün gibi zaten başında muazzam bir mülteci sorunu olan bir ülke için daha ağır bir yük getirebilir. Bu da bölgesel istikrar çabalarının ne kadar etkili olduğunu göstermesi için NATO üzerinde büyük bir baskı oluşturacaktır.
Ancak NATO açısından en önemli güvenlik değişkenini Rusya oluşturmaktadır. Petrol ve gaz ihracatının gelirinin yarısından fazlasını oluşturduğu bu ülke şu anda bir dört yol ağzındadır: Ruble ciddi bir değer kaybı yaşamıştır, Merkez Bankası rezervleri küçülmektedir ve bütün dış yatırımlar kesilmiştir.
Rusya nasıl bir tepki verecek?
Teorik olarak, Rusya’nın ekonomik çıkarları açısından Batı karşısında daha uzlaştırıcı bir politikaya yönelmesi doğru olur - özellikle Kırım’ı ilhak etmesinden sonra kendisine uygulanan yaptırımların kaldırılması ve Avrupa’nın enerji konusunda kendisine olan enerji bağımlılığını azaltmak için gösterdiği çabaları yavaşlatmak için.

Rusya Dışişleri Bakanı (sağda) 9 Temmuz 2014’te Moskova’da yapılan bir toplantıda İtalyan mevkidaşı Federica Mogherini’ye yol gösteriyor. ©REUTERS
Ancak Rus liderler her ne kadar ekonomilerindeki tehlikeli durumun farkında olduklarını söylüyorlarsa da bu durumun kendilerini daha işbirlikçi bir tavır takınmaya zorlayıp zorlamayacağını da kestirmek güç. Rusya, en azından şimdilik, Batı karşıtı tutumunu sürdürüyor: silahlı kuvvetlerinin modernizasyonuna ilişkin bir hayli yüksekten uçan planlar, Çin ile bir hayli iddialı - ama gerçekçi olmayan - “stratejik işbirliği” konusundaki konuşmalar, ve de yurt dışındaki Rusların korunması gerektiğine dair milliyetçi söylemler hala Rus dış politikasına hakim olan konulardır.
“Ucuz petrol” ün neden olduğu durgunluk etkisini gerçekten göstermeye başlayınca Rusya’nın tepkisinin ne olacağını merak etmemek elde değil. Rusya ekonomisini modernize ederek ve çeşitlendirerek sorunla yüzleşecek mi, yoksa başına gelen felaketlerden kötü niyetli Batı’yı suçlayarak kamuoyunu oyalama yoluna mı gidecek? Rusya’nın tutumu Avrupa ve tabii küresel istikrar için ya bir lütuf ya bir felaket olacaktır.