Teknoloji ile olan ilişkilerimizin karmaşık olduğunu söylemek yanlış olmaz. Yenilenebilir enerji veya Yapay Zekâ gibi başlıklara bir göz atın veya ilaçlar, otomotiv, elektronik tüketim cihazları, sosyal medya ve biyoteknoloji üzerinde bir düşünün. Bu teknolojilerden herhangi biri söz konusu olduğunda yeni bir mutluluk çağını müjdeleyen sözlerden insanlığın sonunun geldiği kehanetinde bulunan seslere kadar büyük bir kakofoni içinde kalmanız neredeyse yüzde yüzdür. İnsanın kafasını karıştıran bu çeşitli görüşlerden nasıl bir anlam çıkaracağız? Bir yandan da yeni gelişen ve potansiyel olarak yüksek tahrip potansiyeli olan teknolojilerden nasıl en fazla yararı sağlamayacağız ve bunların risklerinden nasıl kaçınacağız?

Teknoloji nasıl evrim geçirir?

Bireyler olarak teknolojiye olan ilgimiz çok çeşitlidir. Bazıları teknolojinin kendisiyle ilgilidir ama çoğunluk teknolojinin yaratacağı olası etkilerle ilgilidir. Bu ilgi alanları çoğu kez birbiriyle rekabet halindedir; hatta bazen birbiriyle tamamen çatışır. Konuya daha basit bir bakış getirelim:

    1. müşteri sorununa makul bir çözüm aramaktadır, oysa tasarımcı ürününü geliştirme yolları aramaktadır;
    1. inovatörler fikrinin işe yarayacağını gösterme çabasındadır, oysa yatırımcı yatırımının getirisiyle ilgilenmektedir;
    1. kurumsal yönetici şirketinin gelirini ve pazar payını arttırma peşindedir; oysa kontrolör güvenlik ve çevresel etki üzerinde odaklanmaktadır:
    1. vatandaş özgürlüklerinden mümkün olduğunca yararlanmak ve haklarının korunmasını istemektedir; oysa politikacı yukarıda söz edilen çıkarları bütünün yararına olacak hale getirecek politikalar geliştirmeye çalışmaktadır.

Bu birbirine karışmış çıkarlar yumağı teknolojik fikirler, ekonomik ve iş dünyası ile ilgili çıkarları, toplumsal ihtiyaçları ve siyasi görüşleri de içerir. Birçoğumuz da öncelikle müşteriler ve vatandaşlar olduğumuz kadar bireyler ve düşünce şekillerimizi ve yaptığımız seçimleri etkileyen toplumların üyeleri olarak çoğu zaman bu ilgi alanlarını ve çıkarlarımızı aynı anda birbirine paralel olarak takip ederiz.

Bu düşüncelerin hiçbiri önceden belirlenmiş veya bu düşüncelerin sonucunda ortaya çıkmış seçimler veya kararlar değildir. Bu nedenle de müşterek bir sonuç beklenemez. Hiçbir teknolojinin ne şekilde gelişeceğini önceden bilemeyiz. Ancak, teknolojinin kendine has bir çizgide ilerlediğini veya teknoloji üzerinde hiçbir etkimiz olmadığını düşünmek de aşırı saflık olur. Tam tersine, hepimiz teknolojinin gelişimini etkileriz; sadece bu etki nadiren doğrudan bir etkidir veya gözle görülebilir biçimdedir. Karmaşıklık araştırmacısı W. Brian Arthur teknoloji ile olan çok yönlü ilişkimizi şöyle özetliyor :“Teknoloji alanları karşılıklı bir uyum süreci içinde toplumla birlikte evrim geçirirler.”

Bir başka deyişle, bugün yaptığımız seçimler bir teknolojinin ileriye dönük gelişim eğrisini belirler. Bu gelişim, karşılığında bizler için yeni fırsatlar ve mukabele edeceğimiz yeni sorunlar getirir ve yaptığımız mukabele açık uçlu bir süreçte o teknolojinin daha da gelişmesini etkiler.

Örnek olarak buhar makinesini ele alalım. Buhar makinesinin ilk kez kömür madenlerinde biriken suyun dışarı pompalanmasında kullanılması Sanayi Devriminin başlangıç noktası oldu. Bu başarılı uygulama insanların hayal gücünü tetikledi ve teknolojiyi geliştirenler ve kullanıcılar buhar makinesinin çözüm olabileceği diğer sorunları araştırmaya başladılar. Bu araştırmalar tarım ve imalatta makineleşmeye yol açtı. Bu gelişler sonunda buhar makinesi insanoğlunun temel güç kaynağı olan at ve öküzün yerini aldı. Hikâye orada sona ermedi. Demiryolları, fabrikalar, iş kontratları ve işçi sendikaları hep bu yeni teknoloji sayesinde ortaya çıktı. Bu uzun vadeli etkilerin hiçbiri öngörülememiş veya planlanmamıştı; hepsi teknoloji ve toplumun karşılıklı etkileşiminin sonucuydu.

Buhar makinesinin ilk kez kömür madenlerinde biriken suyun dışarı pompalanmasında kullanılması Sanayi Devriminin başlangıç noktası oldu. © Local Histories
)

Buhar makinesinin ilk kez kömür madenlerinde biriken suyun dışarı pompalanmasında kullanılması Sanayi Devriminin başlangıç noktası oldu. © Local Histories

Buhar makinesinin tarihçesi tek başına teknolojinin kötü veya iyi olduğunu göstermez. Ama tarafsız da değildir. Teknoloji bizim onu ne yaptığımızdır. Seçimlerimiz önemlidir. Burada önemli olan “Teknolojiyi bizim istediğimiz şekle nasıl sokabiliriz?” sorusudur.

Teknolojiyi şekillendirmek

Herhangi bir teknolojinin gelişim eğrisini şekillendirme girişiminin karşısına bugün gelecek hakkında bildiklerimiz ve o geleceği etkilemek veya değiştirmek için elimizdeki imkânlar arasındaki ikilem çıkacaktır. David Collingridge ortaya çıkmakta olan sorunlara yönelik politika belirmenin zorluklarını bir çerçeveye oturtan ilk kişi oldu: “Değişiklik yapmak kolayken, bu değişikliğe olan gereksinim öngörülemez; değişikliğe olan gereksinim apaçık görünür hale geldiğinde, değişiklik artık pahalı, zor ve çok vakit alan bir hale gelmiştir.”

Kelimenin tam anlamıyla iki beladan birini seçmek durumundayız. Ne yeni doğmuş bir teknolojinin gelecekteki tüm uygulama alanlarını ne de gelecekteki etkilerini tahmin edebiliriz. Ama yine de gelişim eğrisini kontrol edebiliriz. Gelecekte, bu teknoloji tam olgunluğa eriştiğinde tüm etkilerini görürüz ve o zaman neyi değiştirmek istediğimize karar verebiliriz. Ne yazık ki o zaman bu teknoloji çoktan piyasadaki yerini almış, geniş çapta dağıtılıyor ve kullanılıyor olur ve artık onu kontrol etme imkânlarımız son derece kısıtlanmış olur.

Teknoloji gelişiminin bir temel niteliği ile boğuşuyoruz: sonu bilinmeyen açık uçlu bir sürecin doğasında var olan belirsizlik. Bugün hazırlayacağımız bir müdahale politikasının gelecekteki hedefinin ne olacağını önceden bilemeyiz. Peki, ne yapabiliriz? Acaba bilgimizin sınırlarını kabullenip “bırakalım işler doğal akışını sürdürsün” demek doğru bir seçim olmaz mıydı?

Sosyal medyayı bir düşünün. Bu hizmetler tüm dünyada bağlanabilirliği arttırarak anlamlı bilgi paylaşımı için yeni şekiller ortaya atmak ve küresel toplumlara bugüne kadar görülmemiş çapta ve ölçekte yardımcı olmak vaadinde bulunmuştu. Bu hizmetlerin ücretsiz olması doğal olarak kullanıcılar için son derece cazip. Ama perde arkasında onlar da reklam destekli bir iş modeline bağlılar. Bu sistemin yürümesi için de kullanıcıların ideal olarak 7/24 çevrimiçi olmaları ve böylece her gün daha sofistike hale gelen mikro hedefleme algoritmalarını beslemeleri gerekiyor. Böylesine bağımlı bir davranış şekli ve bu davranışın kolaylaştırdığı manipülasyon kullanıcıların yararına değildir. Keza yankı odaları, nefret söylemleri veya demokratik seçimlere hile karıştırmak da toplumlarımızın çıkarına değildir.

Sosyal medyanın vaatleri zorlayıcı ama bizler de çok önemli iki yanlış yaptık. Birincisi, iş dünyasının öne sürdüğü uygun davranış şekilleri platformlarını kabul ettik. İkincisi, iş dünyasının amacının hayırseverlik değil kâr sağlamak olduğunu unuttuk.

Bu sosyal medya örneği kullanıcıların anında yaptıkları seçimlerin uzun vadede çıkarlarıyla çatışabileceğini gösteriyor. Dahası, kendi haline bırakılmış bir piyasa kontrolden çıkabilir. Bu iki bulgu da özellikle ümit vadeden yeni teknolojilerin gelişimindeki ilk aşamalar için geçerlidir. Yeni filizlenmeye başlayan bu teknolojiler ilk önce başarıyla sunabileceklerini ürünleri ve hizmet verecekleri piyasaları tespit etmek zorundadırlar. Bu teknolojiden çıkar sağlayacak tüm kişi ve kuruluşların da bundan nasıl etkileneceklerini öğrenmeleri gerekecek.

Yeni bir teknoloji ortaya çıkarken sahneye ilk çıkacakların kendi çıkarlarının peşinden giden inovatörler, yatırımcılar ve kullanıcılar olacağından emin olabiliriz. Söz konusu teknoloji ne kadar etkili olduğunu gösterdikten ve ürünle ilgili ilk fikirlerin yaşayabilirliği kanıtlandıktan sonra tasarımcılar ve kurumsal yöneticiler de sahnede yerlerini alacaklardır. Kontrolörler, vatandaşlar ve politikacılar sadece ve sadece olgunlaşmaya başlayan bu teknolojinin etkileri gözle görülür hale geldiğinde tartışmaya katılırlar. Yeni gelişen ve tahribat potansiyeli olan teknolojiler konusunda ben bu son müdahalelerin çok geç geldiğine inanıyorum.

Sosyal medya tüm dünyada bağlanabilirliği arttırarak anlamlı bilgi paylaşımı için yeni şekiller ortaya atmak ve küresel toplumlara bugüne kadar görülmemiş çapta ve ölçekte yardımcı olma vaadinde bulunmuştu. Resim © Costo
)

Sosyal medya tüm dünyada bağlanabilirliği arttırarak anlamlı bilgi paylaşımı için yeni şekiller ortaya atmak ve küresel toplumlara bugüne kadar görülmemiş çapta ve ölçekte yardımcı olma vaadinde bulunmuştu. Resim © Costo

Teknolojinin nasıl olmasını istiyoruz?

Tarih boyunca, teknolojiyi askerȋ avantaj elde etmek veya bu avantajı sürdürmek amacıyla kontrol altında tuttuk. Pek bir ayırım yapmadan yapabileceklerimizi yaptık: teknolojik açıdan yapılması mümkün olanı yapılması doğru olan şey olarak gördük. Bu “yapılabilir” yaklaşımı bizi geleceğe taşımakta yeterli bir rehber olur mu? Bence, hayır. Ben, savunma ve güvenlik amaçlı teknoloji kullanımında değerlerimize dayalı bir yaklaşımı savunurum.

İnsanlık masumiyetini kaybetti

Tarihsel açıdan, insanlık bilerek veya bilmeyerek kendi varlığına zarar verecek imkânlara sahip değildi.

Yirminci yüzyıl başlarında atomun gücünü anladık ve ilk kez varlığımızı yok etme potansiyeline sahip bir araç yarattık. Cin bir kere şişeden çıktıktan sonra, yüzyılın ortalarında, yeni doğmakta olan uluslararası düzene nükleer silahların kontrolünü yerleştirerek kontrolü tekrar ele geçirmek için çok uğraştık.

Beğenelim veya beğenmeyelim: insanlık cehaletin getirdiği masumiyeti kaybetti. Artık büyük tahribata yol açacak metotlara sahip olduğumuzu biliyoruz. Bu nedenle, teknolojilerimizin isteyerek veya istemeyerek yaratacağı etkilerin sorumluluğundan kaçamayız ve bunu inkâr edemeyiz.

Bu teknolojiler farklı

Bugün yerleşmiş alışkanlıklarımızı altüst edebilecek birçok yeni teknolojiyle karşı karşıyayız. Bunların arasında Yapay Zekâ, biyoteknolojiler ve kuantum teknolojileri de var. Bunlar hiper bağlantılı bir dünyada birbirlerine paralel olarak, 21. yüzyıl hızında gelişiyorlar.

Belli bir alanı ele alalım: Yapay Zekâ, Büyük Veri (Yapay Zekânın girdisi olarak) ve otonominin (Yapay Zekânın temel uygulamalarından biri olarak) birleşimi. Bu teknoloji alanı enformasyon alanına sekte vuracak ve durum bilincini sürdürmekten karar mekanizmalarını desteklemeye, önleyici bakımdan siber savunmaya kadar “her şeyi değiştirecek” gibi görünüyor.

Ancak yeni fırsatlarla ilgili coşkunun ortasında gerçeklerle ciddi biçimde yüzleşecek zamanı bulmalıyız, ve kendimize bu tür sistemleri nasıl geliştirmek, beslemek ve kullanmak istediğimizi sormalıyız: Çin’in Sosyal Kredi Sistemini veri toplama konusunda örnek alınacak bir model olarak düşünmeli miyiz? Veri işleme konusunda, sonuç sağlayan ama inanılırlığını açıklayamadığımız kara kutu algoritmalarını kabul etmeli miyiz? Yapay Zekâyı insan faktörünü devrede tutmak istediğimiz karar verme mekanizmasına uygulamalı mıyız?

Temel teknolojilerin çoğunluğu enformasyon alanında kullanılıyor. Bunların süper bağlanabilirlikleri ve süratleri göz önüne alındığında bunların gelişimini değil öngörmek, takip etmek bile çok zor. Bununla beraber bu teknolojileri geliştirenler global tüketici piyasaları ile ilgili sivil uygulamalar üzerinde odaklanıyorlar ve bu gelişmeleri destekleyen dev teknoloji şirketleri yeryüzünün en etkili devlet dışı aktörleri haline geldiler.

Tüm bu faktörler problem bir yandan teknolojik evrimin hızını arttırırken diğer yandan da alanının karmaşıklığını arttırıyor. Kısacası, sorunlarımız büyümeye devam ederken tepki süremiz kısalıyor.

Belli bir alanı ele alalım: Yapay Zekâ, Büyük Veri (Yapay Zekânın girdisi olarak) ve otonominin (Yapay Zekânın temel uygulamalarından biri olarak) birleşimi. Bu teknoloji alanı enformasyon alanına sekte vuracak ve durum bilincini sürdürmekten karar mekanizmalarını desteklemeye, önleyici bakımdan siber savunmaya kadar “her şeyi değiştirecek” gibi görünüyor. ©Information Matters
)

Belli bir alanı ele alalım: Yapay Zekâ, Büyük Veri (Yapay Zekânın girdisi olarak) ve otonominin (Yapay Zekânın temel uygulamalarından biri olarak) birleşimi. Bu teknoloji alanı enformasyon alanına sekte vuracak ve durum bilincini sürdürmekten karar mekanizmalarını desteklemeye, önleyici bakımdan siber savunmaya kadar “her şeyi değiştirecek” gibi görünüyor. ©Information Matters

Batı yalnız değil

Hukukun üstünlüğü, demokrasi, bireysel özgürlük ve insan hakları gibi Batılı değerlerimiz bu sorunlarla baş etmemize yardımcı olacak sağlam bir çerçeve sunuyor. Ancak bunların evrenselliğinin bazen üstü kapalı bazen de açıkça tartışılmakta olduğunun bilincinde olmalıyız. Siyasi iktisatçı Jeffrey Sachs’ın ifadesiyle, “Jeopolitik güç ve teknolojik maharet artık sadece Kuzey Atlantik bölgesinin tekelinde değil.”

Batılı ülkelerin yeni yeni ortaya çıkan teknolojilerin Batılı değerlerle uyumlu olmasını global çapta zorlayabileceğini var saymak öngörüsüzlük olur. Bunun yerine değerler arasındaki farklılıkların sonuçta küresel güç dağılımını etkileyebilecek çok çeşitli beceriler ortaya çıkarabilir.

Normları belirlemek – NATO için bir rol mü?

Oluşmakta Olan ve Tahrip Potansiyeline Sahip Teknolojiler 2019’da NATO liderlerinin bu tür yedi teknolojinin uygulanması konusunda bir yol haritası benimsemeleriyle NATO’nun siyasi odak noktasına oturdu. Çok büyük vaatlerde bulunmalarına rağmen bu teknolojilerin henüz tam olarak olgunlaşmadıklarını, daha henüz tam olarak “ortaya çıkmadıklarını” bilmeliyiz. Bu nedenle bu yeni palazlanan teknolojilerin ve öngörülebilir uygulamalarının ne dereceye kadar yasal, etik ve ahlakî normlar çerçevesinde oldukları konusunda hâlâ büyük bir belirsizlik var. Bu sorular sadece askerî uygulamalarla sınırlı değil, ulusal sınırları da tanımıyorlar: daha ziyade çeşitli devlet dairelerinin ve iş sektörlerinin ötesine geçiyor ve tüm insanlığı ediyorlar ve insanlığı bütünüyle etkiliyorlar.

Bu karmaşık, hızlı hareket eden, büyük çıkarların olduğu ortamda teknoloji ve değerlerimizi birbirine geçmiş olarak düşünmeliyiz. Değerlerimizin teknolojiyi kullanımımıza yön vermesi gerekirken teknoloji seçimlerimizin bilerek veya bilmeyerek el üstünde tuttuğumuz değerlerimizi yansıttığının bilincinde olmalıyız.

Hiçbir şey yapmamak gibi bir seçeneğimiz olmadığına göre teknolojilerin gelecekteki kullanımlarına yönelik normlar oluşturacak önlemler almalıyız; ortaya çıkmakta olan ve yıkıcı olma potansiyeline sahip (Yapay Zekâ, biyoteknoloji ve kuantum teknolojisi gibi) teknolojiler; değerlerimiz üzerine kurulmuş normlar. Bu yeni sorunun üstesinden gerçekçi olarak nasıl gelebiliriz? Aşağıdaki üç öneri bu işi kolaylaştırabilir.

    1. Teknolojideki evrimin belirsizlikleriyle etkin bir şekilde başa çıkabilmeliyiz. Bu nedenle oluşturulan politikaların evrimsel olmasını, mevcut bilgiler üzerine kurulmasını, fakat bugün alınan kararların gelecekte uyarlanabilecek veya düzeltilebilecek kadar esnek olmasını öneriyorum.
    1. Teknolojinin getirebileceği yararları gereksiz yere kısıtlamadan önce potansiyel zararlarını sınırlamaya çalışmalıyız. Bu nedenle politikalarımız bir teknoloji alanını (örneğin, biyoteknoloji) tümüyle yasaklamak yerine teknolojilerin uygulamalarına (genetik açıdan optimize olmuş süper askerler gibi) bazı sınırlar koymalıyız.
    1. Ne zaman politikalarda değişiklik yapmak gerektiğini ve bu değişikliklerin ne olması gerektiğini anlamak zorundayız. Çıkar alanlarındaki çeşitliliği yansıtacak şekilde, bir teknolojiden etkilenen ve onun evrimini etkileyen tüm taraflara açık, geniş paydaş katılımını kurumsallaştırmalıyız.

Bu genel olarak uygulanabilir çerçevede NATO’nun rolü gayet belirgindir. Kuzey Atlantik bölgesinin savunma ve güvenliğini taahhüt eden bir uluslararası örgüt olarak NATO hatırı sayılır ölçüde politik, askerî, ekonomik ve teknolojik güce sahiptir. İttifak özellikle politik ve entelektüel sermayesine dayanarak, savunma alanında teknolojinin Batılı değerlerle uyumlu uygulamaları için normlar oluşturma konusunda öncülük edebilir.

Geçenlerde yayınlanmış olan Yapay Zekâ Stratejisi ile NATO geleneksel rolünü gayet yenilikçi biçimde yerine getirmektedir. Yapay Zekâ Stratejisi sorumlu kullanım ilkelerini kapsıyor ve NATO ve üyesi olan ülkelerin Yapay Zekâ uygulamalarında uyacakları, değerlerimize dayanan normları açıklıyor. NATO ve üye ülkeler bu ilkeleri duyurarak diğer ülkelerin NATO’nun ilkelerini göz önünde bulundurmaları ve muhtemelen benimsemeleri yönünde örnek oluşturuyorlar. Bu yaklaşım adeta Avrupa Birliğinin Genel Veri Koruma Yönetmeliğine benzeyen, uluslararası bir normu önermek ve yavaş yavaş uygulamaya başlamak konusunda etkili bir yaklaşım.

Aynı zamanda NATO inovasyonun küresel dağılımına da yanıt veriyor. NATO2030 girişimi Kuzey Atlantik bölgesinin ötesinde aynı görüşleri paylaşan ortaklarla yeni koalisyonlar kurma ihtiyacını vurguluyor. Bu hareket sadece hükümet örgütlerine ulaşmakla kalmamalı; genel olarak hükümet dışı örgütler, özel sektör, akademik çevreler ve sivil toplumu da kapsayarak işbirliği yapılan ortaklar (Müttefik ülkeler arasında bile) çeşitlendirilmeli.

Teknoloji gelişimini yerleşik değer sistemimizin sınırları içinde bir çerçeveye oturtmak için normlar oluşturmak 21. yüzyılın belirleyici sorunu. Değerlerimiz başlı başına planladığımız politikaların ve sahaya sürdüğümüz yeteneklerin itici gücü olmalı. Yeni teknolojiler ortaya çıktıkça çok önem verdiğimiz değerlerimizle uyumlu normları oluşturma politikalarımız da onları takip etmeli.

Bu makale, Müttefiklerin benimsemeyi düşündüğü teknolojiler ve bunların NATO İttifakı’nın savunma ve güvenliğine getireceği fırsatlar üzerinde odaklanan inovasyon konusundaki mini dizinin sekizincisidir. Daha önceki makaleler: