Birleşmiş Milletler geçen Mart ayında Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması konusundaki görüşmeleri başlattı. Antlaşmaya taraftar olanlara göre bu süreç nükleer silahları yasaklayan ve yasal bağlayıcılığı olan uluslararası bir anlaşma ile sonuçlanmalı ve daha sonra bu silahlar tamamen kaldırılmalıdır. Geçen Aralık ayında yapılan oylamada Nükleer Silahlara Sahip Ülkeler ve bu ülkelerin müttefiklerinin itiraz etmelerine veya çekimser kalmalarına rağmen BM Genel Asamblesi’nden çoğunlukla “evet” oyu çıktı – hatta Kuzey Kore de “evet” oyu verdi. Bazıları Haziran ve Temmuz aylarında yapılacak oturumlardan sonra Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması’nın kısa zamanda kabul edileceğini düşünüyorlar. Ancak NATO Müttefikleri bu anlaşmaya şüpheyle bakmakta haklıdırlar.

Görevi sona eren Obama yönetimi müttefiklerinin bu yasaklama önerisinin aleyhinde olacaklarını beklediğini açıkça belirtmişti. Aynı yönetimin göreve başlarken nükleer silahların kaldırılması için müthiş bir çaba göstermiş olması da ironik bir durumdur. Ancak Obama Yönetimi kendilerinin “Prag Ajandası” ile Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması arasında hiçbir ilgi olmadığını gayet iyi biliyorlardı. Başkan Obama Nisan 2009’da Çek Cumhuriyeti başkentine yaptığı bir ziyaret sırasında nükleer silahların öneminin kademeli olarak azaltılması üzerine kurulu bir vizyon sergilemişti. Buna karşılık bu silahları derhal tümden karalamayı amaçlayan bir Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması, Obama’nın temkinli yaklaşımıyla pek bağdaşmamaktadır.

Birleşmiş Milletler 27 Mart 2017 tarihinde bir Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması konusundaki görüşmeleri başlattı. ©Birleşmiş Milletler
)

Birleşmiş Milletler 27 Mart 2017 tarihinde bir Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması konusundaki görüşmeleri başlattı. ©Birleşmiş Milletler

Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması süreci Prag ajandası kadar kısa ömürlü olmayacaktır. Her ne kadar insanların nükleer konulara ilgisi düşükse de birçok ülke bu Antlaşmayı desteklemektedir ve BM çerçevesi içinde kurumsallaştırılmış olması Antlaşmanın unutulup gitmesini önleyecektir. Öyleyse, çeşitli zamanlarda “nükleer silahsız bir dünya için gereken şartları oluşturmak” istediklerini dile getiren ABD ve Müttefikleri neden, yüzeysel de olsa, aynı amaç doğrultusundaki bu çabaya bu kadar şiddetle karşı çıktılar? Yasaklama fikri yakından incelendiğinde bu sorunun cevabı açıklığa kavuşacaktır.

1. Silahsızlanma sorunu

Yasağın amacı nükleer silahları gayrımeşru hale getirmektir, ama yasada bu silahların nasıl ortadan kaldırılacağı konusunda bir bilgi verilmemektedir. Nitekim bu yasağı teşvik edenlerden bazıları dahi bu girişimin nereye varacağını bilmediklerini açıkça itiraf ediyorlar. Nükleer Silahlara Sahip Ülkelerin (ve Müttefiklerinin) isimlerini vererek onları utandırmaktan ve dolayısıyla güvenlik politikalarında ciddi değişiklikler yapmaya zorlamaktan memnun gibiler. Bu tutumlarının yararlı bir silahsızlanma dinamiği oluşturacağını ve bunun da nükleer silahların tümden kaldırılmasına yol açacağını ümit ediyorlar. Bir başka deyişle, bu yasağın kısa vadedeki hedefi nükleer silahların mevcut durumunu sorgulamak olmakla birlikte, taraftarları yapbozun diğer parçalarının zaman içinde yerlerine oturacaklarını varsayıyorlar.Bu varsayım oldukça iyimserdir. Bir Kimyasal Silahlar Konvansiyonu yirmi yıldır mevcuttur ama bu silahlar hala kullanılmaktadır – Suriye’de bir kereden ve bir kişiden fazla aktör tarafından kullanılmıştır. Kimyasal Silahların karalanmasına rağmen kimyasal silahlar yasağının onaylanmasında birçok sorunlar yaşanmaktadır. Bu konvansiyonun küresel silahsızlanmayla sonuçlanan bir dinamik yaratmadığı ortadadır. Ve eğer bazı rejimler kimyasal silah kullanmaktan kaçındılarsa (Saddam Hüseyin’in bu silahları 1980-88 İran-Irak savaşında kullanıp daha sonra Birinci Körfez Savaşında kullanmaması gibi) bunu uluslararası toplumun ahlaki açıdan göstereceği tepkiden korktukları için değil, askeri bir misillemeden korktukları için kullanmadılar. Yani, yasaklamanın bu silahların kullanımına son vermesi bir yana, tamamen ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanması gibi bir şey söz konusu değildir.

Bir Kimyasal Silahlar Konvansiyonun yirmi yıldır mevcut olmasına rağmen, yakın zamanda Suriye’de gördüğümüz gibi, bu silahlar hala kullanılmaktadır. Resimde, 4 Nisan 2017’de, asilerin elindeki İdlib, Suriye’de kucağında ölü bir çocuğu taşıyan bir adam görülüyor. Kurtarma ekibi bu durumun muhtemelen bir gaz saldırısı sonucunda ortaya çıktığını söyledi. ©REUTERS
)

Bir Kimyasal Silahlar Konvansiyonun yirmi yıldır mevcut olmasına rağmen, yakın zamanda Suriye’de gördüğümüz gibi, bu silahlar hala kullanılmaktadır. Resimde, 4 Nisan 2017’de, asilerin elindeki İdlib, Suriye’de kucağında ölü bir çocuğu taşıyan bir adam görülüyor. Kurtarma ekibi bu durumun muhtemelen bir gaz saldırısı sonucunda ortaya çıktığını söyledi. ©REUTERS

2. Manevi ikna sorunu

Ne NATO ülkelerinin ne de birçok başka ülkenin bir Yasaklama Antlaşması’nı imzalamaları pek olası değil. Bu bağlamda, antlaşmalar açıkça onaylarını dile getirmedikçe üçüncü partiler için herhangi bir yükümlülük getirmediğinden, bu Yasak’ın istemeyenler için yasal bir bağlayıcılığı olmayacaktır. Bu yasağın taraftarları sosyal normların da yasal normlar kadar önemli olduğunu savunarak bu ikileme bir çare bulmaya çalışıyorlar: nükleer silahların karalanması artarsa yasaklama antlaşması bu silahlara karşı bir sosyal norm oluşmasına yardımcı olur. Ancak sık sık dile getirdikleri örnekler halâ pek ikna edici değil; özellikle de bu silahların tümüyle kaldırılmasının köleliğin kaldırılmasıyla karşılaştırılması hiç inandırıcı değildir. Her ne kadar bugün köleliğe karşı küresel sosyal bir normun yanısıra yasal hükümler de mevcutsa da, bazılarının tahminine göre bugün insanlık tarihinde hiçbir zaman olmadığı kadar çok (yaklaşık 30 milyon) köle bulunmaktadır.

Dahası da var. Köleliğin kaldırılmasına rağmen kölelerin hala var olması ahlaki bir sorundur; oysa nükleer silahların tamamen kaldırılması ise ancak çok yaygın kabul görmesi sonucunda gerçekleşir: tek bir ülkenin bile itirazı kabul edilemez. Eşit derecede önemli bir başka nokta ise köleliğin kaldırılması kendi içinde bir amaç olarak savunulabilir: eğer insanlar eşit olarak yaratılmışlarsa, kölelik kabul edilemez. Ancak nükleer silahların bir güvenlik değeri de vardır - siyasi açıdan ölçülü olmaya ikna yoluyla bir savaşı önlemek gibi. Dolayısıyla bu silahların tamamen ortadan kaldırılması kendi başına bir amaç olmadığı gibi ahlaki açıdan da otomatik olarak daha üstün bir pozisyon da değildir: eğer nükleer silahların ortadan kaldırılması büyük savaşlara ve dolayısıyla kitlelerin ölümüne yol açabilecek ise, o zaman ahlak kurallarına da aykırı olacaktır.

]3. Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması ile ilgili sorun

Nükleer Silahların Yasaklaması ile ilgili olarak devamlı tekrarlanan mantık Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (NPT) çerçevesinde silahsızlanmanın çok yavaş ilerliyor olmasıdır. Eğer Nükleer Silah Sahibi Devletler NPT’nin 6. Maddesi doğrultusunda nükleer silahsızlanmaya uymak konusunda verdikleri taahhütleri yerine getirmekte istekli değillerse, bu çerçevenin dışında bir çözüm bulunması gerektiği ileri sürülmektedir. Bu gayet açık ama aynı zamanda bir hayli sorunlu bir iddiadır. NPT’nin hatalı yanları olabilir, ancak bu antlaşma hâlâ nükleer silah sahibi olmak veya olmamak konusunda neredeyse tüm dünyada kabul edilmiş tek düzenleyici çerçevedir. Ayrıca gerek sivil gerekse askeri alanda şeffaflık oluşturmaktadır ve kabul görmeyecek davranışların belirlenmesinde bir ölçüt olarak işlev görmektedir. Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması nükleer silahların varlığını kurala bağlamak yerine onları yasaklamakla NPT’yi zayıflatacak ve dolayısıyla da bu antlaşmada temsil edilen nükleer silah sahibi olan ve olmayan devletler arasındaki hassas dengeyi bozacaktır. BU durumda NPT çerçevesi var olmaya devam eder, ama kapsamı açısından şart olan esnekliği kaybeder.
Bu nedenle bir Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması, 6. Maddenin yavaş işlemesini aşmak için kullanılabilecek bir kısa yol değildir: sadece NPT’nin tüm dokusuna karşı gizli bir saldırıdır. Bu yasağın destekçilerinden bazıları kapalı kapılar arkasında bu yasağın NPT üzerinde gerçekten hasar verici etkilerinin olacağını itiraf etmekte, ancak NPT konusunda artık sabırları kalmadığı için radikal adımlar atmanın doğru olacağını düşünmektedirler. Bu nedenle de nükleer silahların kontrolü konusunda pek katı tavır almayan Almanya gibi ülkeler bile yerine daha iyi bir şey getirmeden NPT’yi baltaladığını düşündükleri nükleer yasaklama ile ilgili çalışmalara şiddetle karşı çıkmışlardır.

4. Batı’nın savunma politikaları ile ilgili sorunlar

Nükleer Silahları Yasaklama Antlaşması evrensel olmak üzere planlanmışsa dapratikte sonuçta sadece Batılı demokrasileri etkileyecektir. Rusya gibi bir “kontrollü demokrasi” (V. Putin), çok sıkı kontrol altındaki Çin, veya totaliter Kuzey Kore’nin böyle bir yasağa uyacaklarını varsaymak pek gerçekçi değildir. Nükleer silahların gayrı meşrulaştırılması sadece enerjik bir sivil toplumun olduğu yerlerde yürür; küresel kamu oyunun kapalı toplumlarda da değişime yol açabileceğini ummak bir hayal olmaktan ileri gitmez.

Kuzey Kore’de yapılan son denemeler ülkenin yetenekleri konusunda duyulan uluslararası endişeleri arttırmıştır. Resimde 15 Nisan 2017’de Kuzey Kore’nin kurucusu Kim Il Sung’un 105. yaşgünü dolayısıyla Pyongyang’da düzenlenen askeri geçit töreninde kıtalararası balistik füzeler ülkenin lideri Kim Jong Un’un önünden geçiyor. © REUTERS
)

Kuzey Kore’de yapılan son denemeler ülkenin yetenekleri konusunda duyulan uluslararası endişeleri arttırmıştır. Resimde 15 Nisan 2017’de Kuzey Kore’nin kurucusu Kim Il Sung’un 105. yaşgünü dolayısıyla Pyongyang’da düzenlenen askeri geçit töreninde kıtalararası balistik füzeler ülkenin lideri Kim Jong Un’un önünden geçiyor. © REUTERS

Batılı ve Batılı olmayan müttefikler arasındaki siyasi asimetriler sonucun da asimetrik olacağını garanti etmektedir: Batı’nın nükleer caydırıcılık politikaları gayrı meşrulaştırılacak, Batılı olmayan ülkelerin nükleer politikaları engellenmeyecektir. Bu nedenle zaman içinde bu ikinci grup ülkenin bile bu tür bir yasağın normatif gücüne karşı koyamayacağı yönündeki iddialar şüphe uyandırır: kamuoyunun gerek Esad rejiminin gerekse İslam Devleti’nin kimyasal silah kullanımı karşısındaki oldukça yumuşak tepkisi, yasaklama hareketlerinin öncelikle Batının politikalarında hata bulmaktan ibaret olduğunu, diğerlerine karşı da biraz merak duyulduğunu göstermiştir. Dolayısıyla Batılı olmayan ülkelere karşı uygulanacak baskı minimumda kalacaktır.

Nükleer Silahların Yasaklanmasının savunucuları bir ahlak gösterisi uğruna gerçek hayattaki güvenlik endişelerini ihmal ettikleri yönündeki suçlamaları şiddetle reddetmektedirler. Nükleer silahların tamamen ortadan kaldırılmasının çok uzun bir süreç olacağını, ve bu nedenle de geri kalan güvenlik konularını tartışmak ve sonunda bir çözüme ulaşmak için yeterince zaman olacağını iddia etmektedirler. Tartışma daha genişletilmiş nükleer caydırıcılık üzerinde (Amerikan askeri kuvvetlerinin, özellikle de nükleer kuvvetlerinin ABD müttefiklerine karşı bir saldırıdan caydırma ve dolayısıyla onlara güvence vermedeki becerisi) odaklandığında bu iddianın sadece göz boyama olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır: söz konusu yasağı savunanların birçoğu bu geniş nükleer caydırıcılığın hemen bitmesini istemektedirler. Genişletilmiş caydırıcılık ve NATO’nun nükleer paylaşım düzenlemeleri kısa vadeli hedeflerdir. Nitekim Nükleer Silahların Yasaklanması’nı savunanların pek çoğu için genişletilmiş caydırıcılığın ve nükleer paylaşımın sona erdirilmesi örneğin Kuzey Kore’nin giderek büyüyen nükleer cephaneliğinin ortadan kaldırılmasından daha acildir. Tekrar etmek gerekirse, evrensellik iddiası Batılı politikalara karşı girişilmiş beceriksiz bir saldırıdan başka bir şey değildir. Bugün en endişe verici arsenallerin büyük güçler ve onların müttefiklerine değil de daha küçük ülkelere ait olduğu göz önüne alınırsa, sorunun ne denli büyük olduğu görülür.

Arabayı atın önüne koşmak

Nükleer Silahların Yasaklanmasını savunanlar eninde sonunda nükleer silahların gayrı meşrulaştırılmasını takip edecek olan silahsızlanma sürecinin gayet yavaş olacağını ve tüm ülkelerin güvenlikle ilgili endişelerini hesaba katacağını iddia etmekteler. Ancak davalarını şekillendirmekte kullandıkları yollar, gerçek amaçlarının tamamen farklı olduğunu açıkça göstermektedir: öncelikle Batılı ülkelere baskı yapmak. Batı’nın caydırıcılık düzenlemeleri ile ilgili yapılan eleştiriler diğer yerlerdeki gelişmeler konusundaki dikkat çekici sessizlikle bir araya gelince daha önceki nükleer silahsızlanma hareketlerini tanımlayan – ve sonunda başarısız kılan – dinamiklerin aynısını ortaya çıkarmaktadır.

NATO müttefikleri defalarca “nükleer silahsız bir dünya için gereken şartları yaratmayı” amaçladıklarını söylemişlerdir. Daha geniş stratejik kapsamı göz önüne alıp ve politikayı silahların önüne koyan bu yaklaşım hala en makul yaklaşımd
)

NATO müttefikleri defalarca “nükleer silahsız bir dünya için gereken şartları yaratmayı” amaçladıklarını söylemişlerdir. Daha geniş stratejik kapsamı göz önüne alıp ve politikayı silahların önüne koyan bu yaklaşım hala en makul yaklaşımd

Bu düzenlemelerin hepsi başarısız olmuşlardır zira arabayı atın önüne bağlamışlardır: ülkeleri nükleer silah sahibi olmaya iten güvenlik ikilemleri ve bunların altında yatan siyasi çatışmalar üzerinde odaklanmak ve nükleer caydırıcılık stratejilerini benimsemek yerine, nükleer silahları ortadan kaldırmak üzerinde odaklanmışlardır. Askeri duruşları değiştirerek olumlu siyasi değişimlere ulaşılabilme umudu hiçbir zaman gerçek olmamıştır: örneğin, Soğuk Savaş silah sayısının azalması ile değil, demokrasinin yükselişi ile sona ermiştir. Siyasi düşmanlıklar hafiflemeye başlayınca silahsızlık gelmiştir – bunun tersi olmamıştır. Dolayısıyla NATO’nun nükleer silah olmayan bir dünya için gereken şartları yaratma formülü daha makul bir yaklaşımdır. Bu formül geniş stratejik kapsamı göz önünde bulundurarak politikayı silahın önüne almakta, ve böylece nükleer silahları tamamen ortadan kaldırma planlarının altında yatan olumsuz militarizmden kaçınmaktadır.