Yakın zamanda İran İslam Cumhuriyetine uygulanan yaptırımların kaldırılması Orta Doğu’ya barış ve istikrarın gelmesi yönündeki umutları arttırdı. Gerçekten de İran’ın nükleer programını dondurması Batı ile olan gerginliği azaltabilir ve taraflar arasındaki ilişkilerin iyileşmesi için bir fırsat olabilir. Ancak yapılan bu anlaşma Batılı hükümetlerin İran’ın bölge ile ilgili hedefleri ve jeopolitik bir rakip haline gelme isteği gibi Batılı hükümetlerin İran’ı izole etme çabalarının altında yatan temel sorunlara değinmiyor.

1979’daki İran Devrimi sırasında Sehyad Kulesi (daha sonra adı Azadi Kulesi olmuştur) çevresindeki protestocular.
)

1979’daki İran Devrimi sırasında Sehyad Kulesi (daha sonra adı Azadi Kulesi olmuştur) çevresindeki protestocular.

1979 İslam Devriminden sora İran rejimi ideolojisini sınırları dışına ihraç etmeye çalıştı. Bu nedenle İsrail’e karşı çarpışan lojistik Hizbullah’a destek verdi. Ama İran’ın jeopolitik erişimi 1980’lerdeki Irak savaşı ve 1990’larda ABD’nin “çifte kuşatma” (dual containment) politikası nedeniyle sınırlı kaldı. Bu durum 2000’li yılların büyük bölümünde aynı şekilde devam etti. ABD’nin Irak’ı istilası ve Baas rejiminin çökmesi Tahran’a Irak’ta daha etkin rol oynama fırsatını verdiyse de bu rol Körfez’deki ABD hegemonyasına karşı durabilmesine yetmedi.

Arab Spring: a game changer

Arap Baharıyla gelişen olaylar İran İslam Cumhuriyeti için ezber bozan bir durum oldu. Arap devlet adamlarının devrilmesi İran’ın Orta Doğu’da daha kararlı bir dış politika izlemesine olanak sağladı. Demokratikleşme dalgası birçok ülkenin yanı sıra büyük Şii toplumları olan ülkeleri de yakaladı.

İran İslam Cumhuriyeti daima Şii davasının savunucusu olmuştur. Bu nedenle İran Sünni Krallık tarafından yönetilen ama nüfusunun çoğunluğu Şii olan Bahreyn adasında politik reformlar yapılması isteğini hep desteklemiştir. İran rejimi, ayrıca, doğu eyaletindeki petrol zengini Şii azınlığa kötü davrandığı için Suudi Arabistan’ı sert bir dille kınamıştır. Ocak 2016’da Suudi Arabistanlı Şii din adamı Nimr al-Nimr’in idam edilmesi Riyad ile Tahran arasında diplomatik bir krize neden oldu. Bunlara ilaveten, İran rejimi Yemen’deki Şii oryantasyonlu Houthileri desteklemiştir – özellikle Saleh rejiminin sona ermesinden sonra.

Bunların yanı sıra İran Devrim Muhafızları silahlı Sünni muhaliflere karşı savaşan Esad rejimine önemli yardımda bulunmuşlardır. Tahran Şiiliğin bir kolu olan Aleviler tarafından desteklenen Esad rejimini korumak amacıyla Orta Doğu’daki Şii toplumlarını seferber etmiştir. Örneğin İran güvenlik ajansları büyük sayılarda Pakistan ve Afganistanlı Şiileri Suriye’de savaşmak üzere toplamıştır. Sonuç olarak İran İslam Cumhuriyeti savaştan perişan olmuş bu ülkedeki belli başlı paydaşlardan biri haline gelmiştir.

Tahran’da İranlı kadınlar Suudi Arabistanlı Şii din adamı Nimr al-Nimr’in idam edilmesi protesto ediyorlar, 4 Ocak 2016.
)

Tahran’da İranlı kadınlar Suudi Arabistanlı Şii din adamı Nimr al-Nimr’in idam edilmesi protesto ediyorlar, 4 Ocak 2016.

Sadece bu kadar da değil. Irak’ın parçalanması Tahran için jeopolitik bir zaferdir çünkü Saddam rejimi laik Arap milliyetçiliğinin savunucusu idi. Baas devletinin çökmesi İran İslam Cumhuriyetinin batı kanadını sağlamlaştırdı ve mahalli konulara müdahale edebilmesi için fırsatlar yarattı. İran rejimi 2011’de ABD askerlerinin buradan çekilmesiyle oluşan boşluğu doldurmaya teşebbüs etti ve bunda da oldukça başarılı oldu.

Şiilerin hakimiyeti altındaki Bağdat hükümeti IŞİD ve aşırı Sünni grupların oluşturduğu tehdide karşı yürüttüğü mücadelesinde İran’ın desteğine giderek daha çok bel bağladı. İran bu doğrultuda Irak’a askeri teçhizat ve danışmanlar gönderdi. Ayrıca Iraklı Sünnilere karşı intikam saldırıları düzenlemeleri için yerel Şii militanları eğitti. Sonuç olarak İran destekli Şii milislerin bazıları Irak hükümetinin kontrolü dışında kaldı. İran’ın milis savaşı stratejisi IŞİD’in Irak’ın merkezine kadar gelmesinden sonra daha da bariz hale geldi. Sonuçta İran İslam Cumhuriyeti en önemli Arap ülkelerinden birinde kendisine bir yer edinmiş oldu.

Kısa vadeli kazançlar, uzun vadedeki maliyetler

Özetle, İran, Orta Doğu’da nüfuzunu yaygınlaştırmak ve çıkarlarını korumak amacıyla çeşitli cephelerde angajmana girmiştir. Bugünkü İran birkaç yıl önceki İran’a göre daha fazla öz güven sahibidir. İran, düşük petrol fiyatları ve kendisine uygulanan uluslararası yaptırımlara rağmen bazı ülkelerde nüfuzunu kullanabilen bölgesel bir güç haline gelmiştir.

Tahran’ın Orta Doğu politikasına yön veren temel ilkesi Şiilerin güç kazanmasıdır. Bu nedenle, Soğuk Savaş sırasında Moskova’nın üçüncü dünya ülkelerindeki komünizm faaliyetleri ile ilgili stratejisine benzer şekilde, İran rejimi de Şii partileri ve milis güçlerini koruma altına almıştır. Bu doğrultuda, Suudi Arabistan’ın etkisini azaltmak ve kendi nüfuzunu arttırmak için bölgede savaşan çeşitli grupları desteklemiştir.

İran diplomasisi Şii toplumların bir hayli küçük olduğu Kuzey Afrika ve Orta Asya’daki gelişmelere fazla ilgi göstermemiştir; ama yerel halkın Boko Haram askerleri ve ulusal ordu ile çatışmaya girdiği Nijerya’daki durumu çok yakından takip etmiştir. Ayrıca Azerbaycan, Hindistan ve Pakistan’daki İran taraftarı Şii grupları ve din adamlarını desteklemiştir.

İran’ın dini lideri Ayatollah Ali Hamaney (sağda) Nijerya Devlet Başkanı Muhammadu Buhari’yi karşılıyor - Tahran, 16 Kasım 2015
)

İran’ın dini lideri Ayatollah Ali Hamaney (sağda) Nijerya Devlet Başkanı Muhammadu Buhari’yi karşılıyor - Tahran, 16 Kasım 2015

İran dış politikasının mezhep odaklı hale gelmesi pahalıya patlayacak bir hata olabilir. Birincisi, dünya üzerindeki Müslümanlar arasında Şiiler sadece küçük bir azınlık oluşturmaktadır. İran’ın Endonezya, Malezya ve Pakistan gibi nüfusunun çoğunluğunu Sünnilerin oluşturduğu ülkelerle ilişkilerinin bozulması an meselesidir. Tahran, ayrıca, İsrail’e karşı yürüttükleri mücadeleleri ile İran dış politikasının merkezinde yer alan Filistinliler üzerindeki nüfuzunu da eninde sonunda kaybedecektir. İran’ın Irak, Suriye, Bahreyn ve Yemen’in işlerine karışması güç durumdaki Sünni toplumları Suudi Arabistan ve Türkiye ve Katar gibi Sünni çoğunluğa sahip diğer ülkelere yakınlaştırmıştır.

Ülke içindeki duruma bakılacak olursa, Şii çoğunluğuna rağmen İran’ın nüfusunun, homojen olmadığı görülebilir. İran’da uzun yıllar kurumsal ayırımcılığın sıkıntılarını yaşamış olan bir Sünni azınlık da vardır. Nitekim İran İslam Cumhuriyeti, artık Tahran’ın düşmanlarından da yardım alabilecek olan aşırı Sünni grupların düşük seviyeli terör kampanyalarına maruz kalmıştır. Kısacası İran’ın kısa vadeli kazançlarının sürdürülebilir olması pek olası değildir.