II. Dünya Savaşının yarattığı korku ve dehşet ortamında Belçika’da yaşayan birçok Yahudi aile çocuklarının Gestapo tarafından tespit edilmesini önlemek ve savaştan sağ çıkabilmelerini sağlamak amacıyla onları saklamak zorunda kaldı. Sadece Belçika’da 5000’den fazla çocuk sahte kimlikler kullanarak ve gizlenerek soykırımdan kurtulabildiler. Burada anlatılan hikâye Belçika Yahudi soykırımından kurtulmuş ve halen hayatta olan çok az sayıdaki kişiden ve ayrıca Gizlenmiş Çocuklardan biri olan Barones Regina Sluszny’nin hikâyesidir.
Adım Regina Sluszny ve Belçika’da savaş başladığında bir yaşımdan biraz büyüktüm. Anvers’te annem Jenta, babam Jacob ve erkek kardeşlerim Marcel ve Eli ile Anvers’te yaşıyordum. Ben Polonya’da Yahudi bir ailede doğmuşum ve 1930’da oradan Anvers’e göç etmişiz. Anvers’te sakin bir hayat sürüyorduk, ta ki 1940 Mayıs’ında, Alman askerleri Belçika’yı işgal edene kadar. Almanların amacı çocuklar dâhil tüm Yahudi nüfusunu tamamen yok etmek ve köklerini kazımaktı. İşgal başlar başlamaz özellikle Yahudi nüfusu hedef alan yeni yasalar çıkartmaya başladılar. 1941’de yürürlüğe giren ilk yasaya göre bütün Yahudiler belediye binasındaki ayrı bir listeye adlarını kaydettirmek zorundaydılar. Bu listenin adı Joodselijst, yani Yahudi Listesiydi. Bu listenin bir kopyası Yahudi aileleri evlerinden alıp Mechelen’deki Kazerne-Dossin’e (bir toplama ve işleme merkezi) götürmekle sorumlu Alman subaylara veriliyordu. 1942-1944 yılları arasında Yahudiler 27 trenle toplama kamplarına taşındı. 25,000’den fazla anne, baba ve bebekler dâhil çocuk ölüme gönderildi ve bunlardan sadece 1,200’ü geri gelebildi.
Göz önünde saklanmak
1942 yılı ortalarında annemle babam artık üç küçük çocukla Anvers’te kalmanın çok tehlikeli olduğuna karar verdiler. Babam savaş yıllarından önce marketlerde çalıştığı yıllarda, Poldine adında bir hanımın kızını tanıyormuş. Bayan Poldine Anvers’e 15 dakika uzaklıktaki Hemiksem adlı küçük bir kasabada bir birahane ve üzerinde birkaç odası olan bir misafirhane işletiyormuş. Misafirhanesindeki iki boş odayı bize vermiş ve biz de ailecek Hemiksem’e taşınmışız. Orada gün boyunca çok sessiz olmak zorundaydık çünkü bira içmek ve arkadaşlarıyla sohbet etmek için alt kattaki birahaneye gelen adamlar en ufak tıkırtıyı bile duyabilirlermiş. Poldine üst katta birilerinin saklandığının duyulmasını istemiyormuş çünkü bunun kendisini tehlikeye sokacağını biliyormuş. Bir bakıma ben şanslıydım çünkü sarı saçlarım vardı ve bir Yahudi’ye hiç benzemiyordum. Bunun için de avluda oynamama izin veriliyordu. O zamanlar iki buçuk yaşındaydım ve Poldine kimsenin benim Yahudi olduğuma inanmayacağını düşünüyordu.
Avluda, birahane ile yandaki evin arasındaki duvarda bir delik vardı, dolayısıyla bir bahçeden öbürüne geçebiliyordum. Yan binadaki komşularımız Anna ve Charel Jacobs-Van Dijck’in bir bakkal dükkânı vardı. Onlar hayatımda tanıdığın en iyi insanlardı.
Anna ve Charel’in çocukları yoktu ama Anna’nın çok sevdiği iki kedisi vardı ve her sabah onlara kendisi ve kocasının da yediği taze yemeklerden verirdi. Bir gün, kedilerin yemeğini dışarı koyduktan sonra ve kediler daha gelmeden önce, duvardaki delikten gizlice yan tarafa geçtim ve oradaki yemeği aldım. O kadar açtım ki Anna’nın mutfak camındaki perdenin arkasında durduğunu ve benim yemeği aldığımı görebileceğini düşünemedim. Anna, bir anda daha üç yaşında bile olmayan bir çocuk eğer kedilerinin yemeğini alıyorsa o çocuğun son derece çaresiz olduğunu anladı. Anna ile ilk karşılaşmam böyle olmuştu. Daha sonra, ailemin Almanlara ihbar edilmesinden sonra, Anna benim savaştaki annem olacaktı.
Hemiksem’de Alman askerlerin bir kampı vardı ve kendilerine Poldine’in birahanesinde Yahudilerin saklandığı ihbar edilmişti. Birinci katta biz ve başka Yahudi ailelerin gizlice yaşamakta olduğunu kim nasıl öğrenmişti? Ama bunun önemi yoktu. Hemiksen Belediye Başkanına gelip buradaki söz konusu aileleri alıp Dossin’e götürmesi emredilmişti; ama biz şanslıydık. Belediye Başkanı Hemiksen’e gelmeden önce, çok yakında orada olacağını bildiren bir mesajı 12 yaşındaki oğlu ile Charel’e ulaştırılması için Poldine’in birahanesine göndermişti. Charel annemlere gelerek yanlarına taşıyabilecekleri kadar eşyayı, oğullarını almalarını ve eğer isterlerse güvenli bir yer bulana kadar benim kendisi ve Anna ile kalabileceğini söyledi. Annemle babamın hiçbir seçeneği yoktu. Derhal karar vermeleri gerekiyordu ve de nereye gideceklerinden emin değillerdi. Hemen o anda beni Anna ve Charel ile bırakmaya ve ortalık güvenli olunca gelip beni almaya karar verdiler. Bu harika insanlarla savaşın sona kadar kalacaktım.
Savaş ebeveynleri
Anna ve Charel ile yaşamak rüya gibiydi. Evin içinde koşturmakta ve istediğim zaman çarşıya gitmekte serbesttim. Kendime ait bir yatak odam vardı ki o zamanlar için bu bir lükstü. Ve en önemlisi, seviliyordum. Bana ihtiyacım olan her şeyi ve fazlasını verdiler. Savaşın sona ermesinden yıllar sonra öğrendik ki Hemiksen’de herkes benim Yahudi olduğumu biliyordu ve kimse beni ihbar etmemişti. Savaş bittiğinde 6 yaşıma girmiştim ve artık ilkokula gitme vaktim gelmişti. Yuvadaki öğretmenim Anna ve Charel’e müfredat çok daha iyi olduğu için okula Anvers’te gitmemin daha iyi olacağını söylemiş. Bunun üzerine Anna ve Charel anne ve babama bir not göndererek beni alıp Anvers ’e götürmelerini rica etmiş. Annemler savaş sırasında üç buçuk yıl 15 farklı yerde saklandıktan sonra Anvers’e dönmüşler. Charel’in bundan haberi varmış çünkü ben onlarda kaldığım yıllarda o ailemin saklandığı tüm değişik yerlerde onlara yiyecek götürüyormuş.
Ailem kabul etti, fakat annem beni almaya geldiğinde onu tanıyamadım. Charel bana onun annem olduğu ve beni evime götüreceği konusunda güvence verdi. Bu bana çok garip geldi çünkü ben Hemiksem’de zaten evimdeydim. Annem, Anna ve Charel’e “sadece kızımızı değil tüm ailemizi kurtardığınız için size borcumuzu nasıl ödeyebiliriz?” diye soruyordu. “Üç yıldan fazla bir süre boyunca sokağa çıkma yasağını delip kendinizi tehlikeye atarak bize düzenli olarak gizlice yiyecek ve erzak getirdiğiniz için size nasıl yeterince teşekkür edeceğimizi bilemiyorum.” Annemin minnettarlığı sınırsızdı. Anna ve Charel’in kendi çocukları yoktu ve beni o kadar seviyorlardı ki sadece tek bir şey istediler: benimle ilişkilerini sürdürmek; “evlat edindikleri” bu çocuğun onlardan tamamen koparılmaması. Annem her Cuma günü okuldan sonra onlara gideceğim ve Pazar akşamına kadar onlarla kalabileceğim konusunda söz verdi. Ve ben kocamla tanışana kadar, gençliğimin geri kalan yıllarını öyle yaşadım.
Hafta içinde Ortodoks ailem ile yaşıyordum ve bir Yahudi okuluna devam ediyordum; hafta sonları ise Anna ve Charel ile Yahudi olmayan bir çocuk gibi yaşadım. Başlarda, annem, babam ve erkek kardeşlerimle birlikte yaşamak benim için zordu çünkü onlar savaşı birlikte, bir Yahudi ailesi olarak yaşamışlardı; ben ise bu süreci Yahudi olmayan insanlarla geçirmiştim. Hafta boyunca yiyecekler ve davranışlarla ilgili tüm kurallarıyla Yahudi olmayı yeniden öğrenmek zorundaydım. Hafta sonları ise bunları hiç düşünmek zorunda değildim. Zamanla inancım ve ailem içindeki yerimi yeniden buldum ama yaşadığım bu iki farklı hayat sayesinde kazandığım diğer kişiliğe de her zaman sıkı sıkı sahip çıktım.
Anılar
Kocam Georges ile evlendiğimde yirmi yaşındaydım; o da savaşta ailesinden yedi kişiyi kaybetmiş olan bir Gizlenmiş Çocuk idi. Anna ve Charel, Georges’u da ailemizin bir parçası olarak kabul ettiler. Düğünümüze geldiler ve iki çocuğumuzun doğumlarında yanımızdaydılar. Çocuklarım onları Anna Teyze ve Charel Amca olarak tanıyarak büyüdüler. Onlar ise hayatları boyunca beni kızları olarak gördüler ve ben de onları ailemin gerçek bir parçası, ikinci anne ve babam bildim.
Minnettarlık ve anma amacıyla Yahudi soykırımı döneminde Yahudilerin kurtulmasına yardım edenlere İsrail’deki Yad Vashem Yahudi Soykırımı Müzesi kararı ile “II. Dünya Savaşında Yahudi olmayıp Yahudileri kurtaran kişi” unvanı veriliyor. Bu kişiler kurtardıkları Yahudiler tarafından onurlandırılıyorlar. 13 Temmuz 2010 tarihinde Anna ve Charel benim isteğim üzerine Yad Vashem’den Onur Belgesi aldılar. Anna, Charel ve Yahudi olmayıp Yahudileri kurtaran tüm insanların ve onların gösterdikleri cesaretin unutulmaması için hikâyemi anlatmaya devam ediyorum.
20 yılı aşkın bir süredir benim ve Georges’un savaşta şahit olduklarımızı anlatmak için okulları ve işyerlerini ziyaret ediyorum. Belçika genelinde, bir kaç kere de Belçika dışında her kökenden ve inançtan, en genci 12 yaşlarında olan okul çocukları, üniversite öğrencileri ve yetişkinlerle konuştum. Hikâyelerimiz Paul De Keulenaer’in “Forgotten War Children” (Unutulan Savaş Çocukları) adlı kitabında yer aldı. Genellikle konuştuğum gençlerin çoğu, yaşları ne olursa olsun, İkinci Dünya Savaşının vahşetinden habersizler. Bu da bana gelecek nesillerin bilgisiz kalmaması ve tarihin tekerrür etmesine izin vermemeleri için Gizlenmiş Çocukların hikâyelerini anlatmaya devam etmenin her zaman olduğu gibi bugün de ne kadar gerekli olduğunu gösteriyor. Çünkü geçmişin anıları olmadan gelecek olmaz.
NATO kamu diplomasisi ekibinin bir üyesinin kasten yanlış bilgi yayma konusuna dair notu:
İkinci Dünya Savaşı sırasındaki soykırım ile ilgili sayısız belgeler ve uygulanan vahşetle ilgili ayrıntılı kanıtlar mevcut olmasına rağmen Yahudi soykırımı hâlâ ısrarla inkâr ediliyor. Yahudi karşıtı söylemler ve bu iğrenç tarihi suç konusundaki yanlış bilgilendirme İnternet sayesinde kolayca yayılıyor ve sosyal medya ve sofistike ana akım dijital araçlarla daha da etkili hale geliyor. Yanlış bilgi yayma eylemi yeni değil; ilk başta bu eylem Yahudi soykırımının gerçekleşmesine yardımcı oldu. 1930’larda Nazi partisi Almanya’da Adolf Hitler’in iktidara gelmesine yardımcı olmak amacıyla çarpıtılmış bilgi, propaganda ve medyayı silah haline getirdi. Nazilerin yanlış bilgi yayma kampanyaları genel kamuoyu oluşturmak amacıyla toplumun en savunmasız gruplarını hedef alıyordu.
Yanlış bilgi yayma, bugün hâlâ kötü niyetli oyuncuların değerleri, demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü baltalayarak topluma müdahale etmek için kullanmaya devam ettikleri güçlü bir araç olmaya devam ediyor. Bu oyuncular bölücülük tohumları ekerek kafa karışıklığı yaratmak, kutuplaşmayı daha da şiddetlendirmek ve halkın kurumlara olan güvenini sarsmak için yanlış bilgiler yaymayı kullanılıyorlar. Ayrıca liderlerin ve sıradan vatandaşların karar verme süreçlerini etkilemek ve azınlıklara karşı nefret duyguları yaymak gibi eylemlere ilham vermek amacıyla uzun vadede tutum ve davranışları şekillendirmeye çalışıyorlar.
Bu bağlamda, yanlış bilgilendirme ile mücadele etmek son derece önemli: NATO olarak sadece değerlerimizi koruyup savunduğumuz için değil, aynı zamanda Yahudi soykırımı ile ilgili yanlış bilgilerin bizim gerçekleri öğrenmemizi, yaşananların geçmişini anlamamızı ve bu tür bir vahşetin tekrarlanmasını engellememizi önlediği için. NATO ne yapabilir? Öncelikle NATO, bilgi ve özellikle de yanlış bilgi ortamını çok iyi anlamak ve güvenilir bir tepki verilmesini mümkün kılmak için dikkatle çalışıyor. İkinci olarak NATO insanlarla iletişim ve etkileşim içinde. Gerçeklere dayanan, şeffaf ve proaktif iletişimin yanlış bilgilendirme ile mücadelenin en iyi yolu olduğu görüşünde. İnsanlar iyi bilgilendirilirse düşmanca söylemlerin gerçeği çarpıtma şansı kalmaz ve insanlar fikirlerini ve kararlarını gerçeklere dayanarak oluştururlar.