Stanley R. Sloan, on yıllardır İttifak’ın nereden geldiği ve nereye gitmekte olduğu konusunda son derece rahatlıkla okunan yazılar yazan NATO-gözlemcileri adlı küçük grubun bir üyesidir. ABD’li tarihçi Lawrence Kaplan, Sloan’dan NATO’nun tarihi konusundaki en büyük Amerikalı otorite” olarak söz eder.
Sloan, Kongre Araştırma Bölümü’nde uluslararası güvenlik politikası konusunda üst düzeyli uzman olarak 25 yıl görev yaptı. Kendisi, Kongre, NATO Parlamenter Asamblesi ve Senatosunun NATO Gözlem Grubu için yaptığı çalışmalar ile transatlantik güvenlik konularında son derece deneyimli bir gözlemci olmuştur. Yazmış olduğu kitaplar, sayısız makaleler ve Atlantik’in iki yanında yapmış olduğu konuşmalarla NATO ile ilgili konularda ‘sahne arkasındaki güç’ haline gelmiştir.
Birkaç yıl önce Sloan’ın “Defense of the West” adlı kitabının ilk baskısını inceledikten sonra bu ikinci baskı da incelenmeyi hak ediyor. Bu kararımın nedeni alt başlıklar karşılaştırıldığında daha net görülebilir. Birinci baskıda “NATO, Avrupa Birliği ve transatlantik pazarlığı” alt başlığı var. Aynı alt başlık ikinci baskıda ise “Truman’dan Trump’a transatlantik güvenliği” olmuş. Okuyucu bu değişikliğin nedenini tahmin edebilir. Sloan, ikinci baskıda Donald Trump’ın başkanlık dönemini NATO’ya bugüne kadar görülmemiş şekilde kafa tutan bir başkanlık dönemini olarak ele alıyor. Kitabın büyük bölümü birinci baskının aynısı olduğundan, incelemem daha ziyade yeni bilgiler üzerinde odaklanıyor.
“Defense of theWest” Sloan’ın 1984 yılında “NATO’nun Geleceği: Yeni bir Transatlantik Pazarlığına Doğru” adlı ilk kitabıyla başlattığı serinin beşinci kitabıdır. Sloan, bu ve bunu takip eden kitaplarını ABD’nin NATO nezdindeki büyükelçisi Harlan Cleveland’ın NATO’yu tanımlamakta kullandığı “transatlantik pazarlık” tanımı üzerine inşa ediyor. Söz edilen pazarlık, Avrupa’nın artık yavaş yavaş kendi savunmasını düzenlemeye başlaması karşılığında II. Dünya Savaşı’ndan perişan halde çıkan Batı Avrupa’nın yeniden inşası konusunda ABD’nin yardım taahhüdüydü. Cleveland’a göre bu taahhüt işe yaramıştı “zira bu pazarlık algılanan, kabul gören ve ortak çıkarlar çerçevesinde yürütülüyordu.” Cleveland yükümlülükleri paylaşma konusunun zorluklar yaratmaya devam edeceğinin farkındaydı – hatta bu nedenle NATO’yu “kimin ne kadar iş yapacağı konusunda organize bir uyuşmazlık içinde” olarak etiketlemişti. Ancak, yapılan pazarlık ne kadar değişikliğe uğrarsa uğrasın, değişmeyen tek şeyin pazarlığın gerekliliği konusunda müttefikler arasındaki fikir birliği olduğunda ısrarlıydı.
Sloan, yeni bir transatlantik pazarlığın Avrupa açısından daha fazla sorumluluk içereceği ve Kuzey Amerika’nın Avrupa’nın güvenlik konularındaki angajmanının devam edeceği görüşündeydi. Böyle bir pazarlık ne bir gecede ortaya çıkabilir ne de savunma harcamalarını karşılaştırmakla ölçülebilirdi. Bu düşünce, NATO konusunda sağlam temellere dayalı bir tarihçe sunan bu kitabın büyük bölümünde açıkça görülüyor. Buna karşın, Trump’ın karşılıklı ilişkiler açısından NATO ile ilgili görüşleri transatlantik pazarlığı basit bir alışverişe, hem de kötü bir alışverişe indirgiyor, zira ona göre Avrupalılar bedavacılık yaparak Amerikalı vergi mükelleflerinin zararına hareket ediyorlar. Sloan, birçok Müttefikin savunma konusunda gerektiği kadar harcama yapmadığını kabul ediyor. Ancak, Trump’ın Avrupa’nın “geçmişten gelen borçları” yönünde ısrarla sürdürdüğü iddiasının “Kuzey Atlantik Antlaşmasının şartları ve müttefiklerin 70 yıllık uygulamaları karşısında tamamen tutarsız” kaldığına da dikkat çekiyor. Sloan, “Trump rahatsızlığını” daha geniş bir çerçevede ele alıyor: birçok Batılı ülkedeki liberalizme ters düşen görüşlerin ve popülizmin yükselmesi, küresel boyuttaki finansal kriz, ve “Brexit şoku” Batı’nın kendi siyasi ve ekonomik modelini yaratmanın getirdiği iyimserliği yerle bir etti. Bu da Donald Trump’ın siyasi yaşamdaki yükselişinin bir anda olmuş bir olay olmadığını gösteriyor. Yine de Trump, kendine has stiliyle, NATO’nun karşısına önemli bir sorun olarak çıktı.
Trump, NATO’yu eleştirmekten kaçınmamasına rağmen Rusya’yı ve Rusya’nın Ukrayna’ya karşı uyguladığı saldırgan tavırları eleştirmeyi reddetti. Mayıs 2017’de yapılan Brüksel Zirvesinde Washington Antlaşmasının 5. Maddesine ¬– bir saldırıya uğrayan Müttefike yardım etme zorunluluğunu şart koşan son derece önemli madde – doğrudan bir gönderme yapmaktan kaçındı. Birkaç hafta sonra, Varşova’da yaptığı bir konuşmada 5. Maddeye olan taahhüdünü belirtti, ama olan olmuştu. ABD, Batı İttifakı’nın liderliğinden vazgeçmeye kararlı görünüyordu.
Sloan “müttefikleri başarılarından dolayı kutlamak ... daha fazlasını yapmaya teşvik etmek, ve Trump’ı kaydedilen herhangi bir ilerlemeden dolayı övmek şeklinde bilinçli bir strateji uygulamış olan” NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’den övgüyle söz ediyor. Stoltenberg’in ABD Başkanını idare etmekteki becerisi de gözden kaçmamıştı. Stoltenberg ABD Kongresinin müşterek oturumuna konuşmacı olarak davet edilen ilk uluslararası örgüt başkanı oldu. Bu davet, Trump’ın başkalarına danışmadan tek taraflı hareket etme tavrına rağmen hâlâ ortada çok taraflılık yanlısı bir ABD olduğunu göstermişti.

3 Nisan 2019 Çarşamba günü NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Washington’da ABD Kongresinin müşterek toplantısında konuşma yapan ilk uluslararası örgüt başkanı oldu. ©NATO
Sloan alaycı bir üslupla Trump’ın Avrupalıları birleştirmeye yardımcı olduğunu, ama “onları Amerika’nın yanında değil Amerika’ya karşı birleştirdiğini” iddia ediyor. Sloan, Trump’ın (ve Brexit’in) AB’yi daha yakın işbirliği doğrultusunda adımlar atmayı kabul etmek zorunda bıraktığını itiraf etmekle beraber, atılan adımları yeni bir transatlantik pazarlık mantığı içinde olmaktan ziyade bu pazarlığın geleceği ile ilgili şüphelerin ifadesi olarak görüyor. Sloan ABD’nin imajının Trump yönetimi sırasında evrensel kamuoyunda zedelenmesi ile birlikte verilen zararın telafi edilebilecek durumda olup olmadığı konusunda endişeli. Trump dönemi ile ilgili analizini gayet kesin bir hükümle bitiriyor: “Her şey göz önüne alındığında, Donald Trump 2020’ye kadar Amerika’nın Batı’nın lideri konumunu zayıflatma konusunda en sert eleştirmenlerinin bile tahmin edebileceklerinden de fazlasını yaptı.”
Buraya kadar olanlar pek de iyi değil. Ya şimdi? Sloan’ın kitabının basılmasından sonra göreve gelmiş olan Biden’ın yönetimi transatlantik ilişkiyi tamir edebilir mi? Kitabın en son kısmında Sloan, Batı’nın karşısındaki çeşitli iç ve dış sorunları sıralıyor. Bu kısımda bu sorunlara göğüs gerebilmek için Amerikan yönetiminin çok daha işbirlikçi ve uzlaştırıcı olması gerekeceği açıkça anlaşılıyor. Dış sorunlar konusunda Sloan, var olan sistemi reddeden bir Rusya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da çatışmalar ve istikrarsızlık, Afganistan’ın süregelen zayıflıkları, kitle imha silahlarının yayılması, siber tehditler, enformasyon savaşları ve Çin sorununa değiniyor. Pandemi ve çevresel sorunlardan da bahsediyor, ama kısaca.
Sloan'ın Batı’nın iç sorunları listesinin başında ABD başkanlığının geleceği ile ilgili kararsızlık geliyor. Kutuplaşmış, “işlevselliğini yitirmiş bir Amerikan siyasi sisteminin” Washington’un etkili bir lider olmak için ihtiyacı olan sürekliliği oluşturamayacağından endişe ediyor. Diğer iç sorunlar Avrupa’nın yetersiz savunma harcamaları, Avrupa’nın ekonomik ve siyasi zayıflıkları ve NATO ile Avrupa Birliği arasındaki işbirliğinin yetersizliği sıralanıyor. Özellikle bu ikinci madde Sloan için çok önemli. Sloan tüm NATO ve AB üyesi ülkeleri kaynaştırıcı bir çerçeve içinde bir araya getireceğini düşündüğü “Transatlantik Toplum Antlaşması” fikrinden vazgeçmiş olsa da, modern güvenlik sorunları ile başa çıkmanın NATO-AB işbirliğinden çok daha kapsamlı bir yaklaşım gerektirdiğinin bilincinde. Bu işbirliğinin “birbirine rakip felsefeler ve örgütsel yapılara değil, transatlantik güvenliğinin karşı karşıya olduğu dış tehdit ve değerlere” odaklanması gerekiyor.
Genel olarak, daha önceki kitapları ile karşılaştırıldığında, Sloan burada transatlantik güvenlik ilişkilerinin geleceği konusunda daha kötümser. Bunun bir nedeni zaman zaman ABD’yi NATO’dan tamamen geri çekmek konusunda istekli görünen Başkan Trump’ın yarattığı şok olabilir. Ancak Sloan aynı zamanda Batı’nın bunu anlamadığından, özellikle de değerlerini savunmamasından endişe duyuyor. “Belki de Batı’nın geleceği gayet temel bir seçime bağlanıyor,” diyor Sloan. “ABD ve Avrupalı ortakları, Rusya’nın Putin’in kleptokrasisi ile demokratik Batı arasında bir tampon bölge oluşturmak konusundaki jeopolitik taleplerine mi razı gelmeli … yoksa gerek söylemleri gerekse eylemleriyle soğuk savaş sonrası Avrupa’ya şekil vereceğini umdukları liberal değerlerini mi öne sürmeli? Sloan’ın bu soruya cevabı gayet net, ama bazı dar görüşlü batılı demokrasilerin verecekleri cevaptan pek o kadar emin değil.
Daha önceki baskısı gibi bu kitapta da her bölümün sonunda bulunan “tartışılacak sorular” kısmından hedeflenen okuyucu kitlesinin öğrenciler olduğu anlaşılıyor. Ancak kitabın çok geniş kapsamlı olması aynı zamanda kitabın bir zayıflığı. Çok fazla tekrar var, ve bazı konular derinlemesine tartışıldığı halde diğerlerine sanki yazarın konuları ayrıntılı biçimde inceleyecek vakti olmamış gibi üstünkörü değiniliyor. Yine de “Defense of the West” etkileyici bir eser: kitap NATO’nun bilgiye dayanan, teknik terimlerden arınmış bir dille yazılmış tarihinin yanı sıra transatlantik toplumunun bu deneyimli gözlemcisinin felsefi düşüncelerini de sunuyor.