Bu tam zamanında çıkmış bir kitap. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra caydırıcılığa karşı duyulan ilgi azalmıştı, ancak ortaya çıkan daha istikrasız güvenlik ortamı ile bu kavram tüm gücüyle geri geldi. Caydırıcılık gerçekten tam olarak nedir?
Editörlüğünü Frans Osinga ve Tim Sweijs’n yaptığı 21. Yüzyılda Caydırıcılık – Teori ve Pratik (ücretsiz indirilebilir) Hollanda Yıllık Askerȋ Çalışmalar İncelemesi (NL ARMS) 2020 yılı sayısıdır. 26 bölüm ve 500 küsur sayfadan oluşan kitaba katkıda bulunan yazarlar caydırıcılık konusunu akla gelebilecek – zaman zaman da akla gelmeyecek – her açıdan inceliyorlar. Kitabın hacmi dolayısıyla bu inceleme daha ziyade NATO’nun perspektifi açısından en uygun yazılar üzerinde odaklanıyor.
Caydırıcılık konusunun duayeni Sir Lawrence Freedman, sade bir dille yazılmış giriş bölümünde, caydırıcılığın en çok kırmızı çizgilerin net olarak var olduğu, hayati çıkarların tehlikede olduğu ve yeteneklerin bilindiği ortamlarda etkili olduğunu savunuyor. Buna karşılık, caydırıcılık “çoğu güvenlik tehdidine karşı en ideal mukabele şekli olarak görülmeye davam edecek” olsa bile, Freedman söz “gri alan”da caydırıcılık konusuna geldiğinde kendinden o kadar emin bir tavır sergilemiyor.
Bu uyarıya pek aldırmayan ve yeni bir caydırıcılık dalgası için bir araştırmanın temellerini attıklarını iddia eden editörler, caydırıcılığı baştan sona incelemeyi amaçlamışlar ve bunda oldukça da başarılılar.

28 Ocak 2021’de, kitabın tanıtımı sırasında Prof Dr Frans Osinga (sağda) NL ARMS 2020 sayısının bir kopyasını Hollanda Savunma Akademisi adına Hollanda Savunma Bakanı, Ank Bijileveld’e (solda) veriyor. Ortada Osinga’nın yardımcı editörü**Dr Tim Sweijs görülüyor. ©Asser Enstitüsü
Caydırıcılığın temel felsefesini anlamak
Kitabın ilk bölümünde RAND şirketinden Michael Mazarr caydırıcılığın temel felsefesini açıklıyor ve karşı tarafın bakış açısını anlamanın ve sadece tehditler savurmak üzerinde odaklanmayıp güvenceler de vermenin ne kadar önemli olduğunun altını çiziyor.
Güney Danimarka Üniversitesi’nden Sten Rynning Rusya’nın Kırım’ı ilhakından sonra NATO’nun caydırıcılık yaklaşımındaki uyumlanmanın analizini yapıyor – NATO’nun Doğu Avrupa’da daha ölçülü kuvvet konuşlandırma tutumundan dolayı bu yeniden uyumlanma, inkâr yoluyla caydırmaktan ziyade ceza yoluyla caydırmak üzerinde odaklanmaktadır. Rynning NATO’nun kısıtlı olduğunu düşündüğü savunma konumundan çok “hasmının karakteri ve niyetini” anlayabilme yeteneği konusunda endişe ediyor. Rynning’in düşüncesine göre NATO, gayet yanlış bir tutumla Rusya’yı bir tehdit olarak görmekten ziyade zor bir ortak imajı çerçevesinde görmeye devam ediyor.
RAND analisti Karl Mueller konvansiyonel caydırıcılığın savaşları önlemekte en önemli araç olmaya devam edeceğini savunuyor ve bu caydırıcılığın farklı yaklaşımlarını inceliyor. Mueller nükleer silahların konvansiyonel caydırıcılığın önüne geçtiğini savunanlarla aynı düşüncede değil. Ne de olsa varoluşla ilgili durumlar hariç, nükleer silah tehdidi pek inanılır olmadığından, konvansiyonel caydırıcılığa yatırım kabul görmeye devam etmişti.
Moskova’daki Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsünden AlexeyArbatov nükleer caydırıcılığın doğasında var olan “kendi kendini yok etme eğilimlerinden” endişe duyuyor. Buna örnek olarak uyarı süresini kısaltan ve dolayısıyla stratejik istikrarı zedeleyebilecek hipersonik füzeler gibi yeni teknolojiler için süregelen arayışlar verilebilir. Arbatov, aynı şekilde bir nükleer çatışma başladıktan sonra bile hasar kontrolü yapma peşinde olan kısıtlı nükleer savaş kavramlarını da eleştiriyor.
Arbatov yeni nükleer ve nükleer olmayan silah sistemlerinin (birbirinden) ayırt edilemez hale geleceği ve dolayısıyla karşı tarafın en kötü senaryo ile, yani bir nükleer silahla karşı karşıya olduğunu varsayarak buna uygun şekilde mukabele edeceğinden endişe duyuyor. Ayrıca nükleer silahların önemi konusunda Rusya ve ABD’nin görüşlerindeki paralelliklere dikkat çekiyor ve potansiyel olarak istikrarı altüst edebilecek yeni teknolojileri dikkate alan yeni bir silahların kontrolü yaklaşımı geliştirilmesi çağrısında bulunuyor.
MIT analisti Paul van Hooft “sınırları genişletilmiş caydırıcılık” olgusunu, özellikle de ABD’nin müttefiklerine sağladığı “nükleer şemsiye” olgusunu en küçük ayrıntısına kadar inceliyor. Gerek Avrupa ve Asya savaş alanlarına ilişkin farklı nükleer gereksinimler arasında yaptığı karşılaştırma, gerek sınırları genişletilmiş caydırıcılık kavramının inandırıcılık sorunlarının analizi son derece aydınlatıcı. Ancak, politikalardan çok askerȋ yetenekler üzerinde yoğunlaşması analizini fazla telaş uyandıran bir hale sokuyor – özellikle de geçerli alternatifler bulmak için çabaladıkça. Sınırları genişletilmiş nükleer caydırıcılık teoride çok temkinli görünse de pratikte gayet iyi iş görüyor.
Danimarka Savunma Akademisi’ndenJörg Noll, Osman Bojang ve Sebastiaan Rietjens üç Baltık Devleti’nin NATO’nun güçlendirilmiş İleri Karakol varlığının sağladığı caydırıcı güç konusundaki görüşlerini inceliyorlar.

Buradan ücretsiz indirebilirsiniz.
Rietjens, Noll ve ve Bojang “Estonya ve Letonya’nın neden ilk bakışta NATO’nun son zamanlardaki stratejisinden memnun göründüklerini ama gizliden gizliye inkâr yoluyla caydırıcılığa yakınlaştıklarını ve Litvanya’nın neden NATO’nun ve kendi stratejisinin daha çok inkâr yoluyla caydırıcılık olarak algıladığını” göstermek amacıyla “stratejik kültür” kavramını kullanıyorlar.
Esas konu Rusya’yı neyin caydıracağı olduğundan okuyucular bu farklılıkların pratikte çok önemli olup olmadığını merak edebilirler, ancak bu makalenin yazarları önemli olduğuna inanıyorlar: “...NATO ...stratejisini daha net bir şekilde tanımlamalıdır. Farklı görüşler – sadece ev sahibi ülkelerde değil – NATO içinde bir fikir ayrılığına işaret ediyor. Bu da İttifak dayanışmasını ve taahhüdünü tehlikeye atar”. Bu, tam olmayan bir analizin sonuca benzemeyen sonudur. “Stratejik kültür” kavramının yaratıcısı Jack Snyder’ın uyardığı gibi ancak “son çare olarak kullanabilecek bir açıklama” olarak görülmelidir.
Caydırıcılık konusundaki araştırmalarda yeni bir dalga mı?
Lahey Stratejik Çalışmalar Merkezinden Tim Sweijs ve Masaryk Üniversitesinden Samuel Zilincik, açıkça bu kitabın ana fikrini oluşturan yazılarında çapraz alan caydırıcılığı – bir başka deyişle, bir alanda tehditler savurarak başka bir alandaki faaliyetleri caydırmak — konusunda kapsamlı bir genel bakış sunuyorlar. Yazarlar caydırıcılıkla ilgili araştırmalarda yeni bir dalganın başladığını iddia ediyorlar, ve şöyle diyorlar: “Caydırma artık sadece korku veya karşı tarafı belirli bir davranıştan vaz geçirmek demek değildir.”
Bunun yerine caydırıcılığı “caydırma yerine yanlış olduğuna ikna ederek fikrini değiştirmek” olarak tanımlayarak yeniden kavramsallaştırmayı amaçlıyorlar. Bu genişletilmiş fikrini değiştirme kavramı, “hem zorlamak hem de caydırmak, hem ikna etmek hem de fikrini değiştirmek amacını taşıyan, hem sopa hem havuç olarak kullanılabilecek askerî ve askerî olmayan çok çeşitli bir enstrüman yelpazesine işaret ediyor.” Bu da kavramı zaten ilk çıkış noktası olan zorlayıcı diplomasi edebiyatına geri götürüyor.”
Maalesef yazarlar bu kavramsal inceliklerin gerçekte işe yarayacağı konusunda hiç bir delil sunmuyorlar. Bir devletin düşmanını hoşa gitmeyen şeyler yapmaktan alıkoymak için girişebileceği sayısız eylem veya eylem bileşenlerini listelemek – suçlamalar, yaptırımlar ve siber saldırılar gibi – etkili bir caydırıcılık veya fikrini değiştirme anlamına gelmez. Tam aksine, gerçek dünyada, eylemlerinde kararlı olan hibrid saldırganların savunmada olan tarafın uygulayacabileceği fikir değiştirme gibi önlemlerden muaf oldukları zaten kanıtlanmıştır. Neden? Çünkü onların maliyet-fayda hesapları Batının beklentilerini karşılamaz, ve çünkü yazarların saydığı birçok fikrini değiştirme önleminin pratikte tutarlı biçimde uygulanması neredeyse imkânsızdır.
Bu nedenle eğer caydırıcılık araştırmalarındaki yeni dalganın kısa vadeli bir moda olması istenmiyorsa “karmaşa yaratarak fikrini değiştirmek” gibi yeni bir terimler keşfetmek veya caydırıcılık terimini esnetip ”ikna etmek” gibi, olmadığı birşeye dönüştürmek yeterli olmaz. Yine de bu, caydırıcılık araştırmaları konusunda bilgi edinmek isteyen herkesin okuması gereken bir bölüm.
Rus usulü caydırıcılık
Herzliya Üniversitesinden Dmitry Adamsky Rusya konusunda yazdığı bölümde Rusya’nın caydırıcılık anlayışının Batınınkinden çok daha geniş olduğuna dikkat çekiyor. “Rus usulü caydırıcılık, mevcut durumu korumak için (Batılı konuşmada “caydırmak”), değiştirmek (Batılı konuşmada “zorlamak”), etkileşimin geçtiği stratejik ortamı şekillendirmek, olayların tırmanmasını önlemek ve çarpışma esnasında olayın şiddetini azaltmak için tehdit ve bazen de tehditle birl
Adamsky 1991’de Sovyetler Birliğinin çöküşünden sonra Rusya’nın nükleer yöntemlerle bölgesel caydırıcılık sağlama konusunda bir teori geliştirdiğini iddia ediyor. Bunun ardından gelen ve 2000’li yıllarından başından ortalarına kadar süren ve Rus uzmanların nükleer olmayan caydırıcılık üzerinde odaklandıkları ikinci aşama geliyor. Teori geliştirmedeki üçüncü ve bugünkü aşama önceki iki aşamayı birleştirmeyi amaçlıyor ve de “stratejik caydırıcılık” fikri ile bağlantılı.
Adamsky’ye göre bu “Rusya’da savaşın doğası konusundaki mevcut anlayış doğrultusunda tüm alanlarda birbiriyle bağlantılı bir etkileme çabaları repertuarı.” “Düşmanın stratejik davranışını şekillendirmek amacıyla sadece sınırlı güç kullanma yeteneği ve kararlılığını göstermeyi d
eğil … gerçekten sınırlı güç kullanmayı” ima ediyor.
Adamsky Rusya’nın caydırıcılık konusundaki fikirlerinin evrimine ülkenin “stratejik kültürü” penceresinden bakıyor. Bu şekilde Rusya’nın kavramlarını açıklamakta Batının terminolojik çerçevesi kullanıldığı takdirde ortaya çıkacak yanlış algılamalar konusunda uyarılarda bulunuyor. Rusya kendini düşmanlarıyla daimî bir mücadele içinde gördüğü için – ve Kremlin’in kinetik olmayan yıkıcı politik faaliyetler sorunu konusundaki hassasiyeti dikkate alındığında –Batının kuvvet kullanmaya değmediğini düşündüğü vakalarda bile Rusya’nın kuvvet kullanmayı tercih etmesi mümkündür.
Daha geniş açılı görüşler
Heritage vakfından Dean Cheng Çin’in caydırıcılık terminolojisinin hem fikri değiştirme hem de zorlama kavramlarını kapsadığına işaret ediyor. Nükleer silahlar bu stratejinin önemli bir kısmını oluşturuyor. Çin’in nükleer arsenali ABD ve Rusya’nınkilerden daha küçük olsa da, yok denecek kadar da küçük değil. Cheng aynı zamanda “uzayda caydırıcılık”, caydırıcılığın ekonomik yöntemleri ve “bilgisel caydırıcılık” kavramlarını da açıklıyor. Bilgisel caydırıcılık, enformasyon açısından üstünlüğünü göstererek veya caydırıcı bilgilendirme yaparak düşmanı direnmekten vazgeçmeye zorlamak olarak açıklanıyor.
Begin-Sedat Merkezinden Eitan Shamir zorba devlet dışı aktörleri caydırma sorununu ele alıyor ve nükleer caydırıcılık olgusunun tam aksine, bu konuda pratiğin teoriye önderlik ettiği sonucuna varıyor. Zorba devlet dışı aktörleri caydırmak aynı “suç işlemekten vazgeçirmek gibiydi, ve deneme ve yanılmalar ve başarılı uygulamalar [grupların liderliğini veya nakit akışlarını hedef alarak, veya gizli operasyonlar yaparak] geliştirilip düzeltmeler yapılıktan sonra bu şekilde kavramsallaştırıldı.”
Bu esere yapılan bazı katkılar diğerlerine pek uymuyor. Örneğin, Hollanda Ulusal Ordu Yedek Kuvvetleri’nden Cees van Doorn ve Leiden Üniversitesinden Theo Brinkelcaydırıcılığı Temmuz 2014’te Malezya havayollarına ait MH17 sefer sayılı uçağın Ukrayna üzerinde düşürülmesi olayı kapsamında inceliyorlar. Bu ilginç vaka çalışması Hollanda’nın Rusya’nın muazzam yanıltıcı bilgi kampanyası ile karşı karşıya olmasına rağmen durumu çok iyi idare ettiğini ifade ediyor ve Hollanda halkının Rus propagandası karşısında gayet dirençli olduğu sonucuna varıyor.
Ancak MH17 uçağının düşürülmesi olayının dirençli bir toplumun bir oyuncuyu etkili bir yıkıcı kampanya yürütmekten nasıl caydırdıkları konusunda vardıkları sonuç, analitik açıdan bir hayli esnetilmiş bir sonuç. Rusya’nın bu oldukça beceriksiz yanıltıcı bilgi kampanyasına kanmamak bir sonraki kampanya açısından başarılı bir caydırıcılık anlamına gelmez. Toplumsal direnç çok önemlidir, ancak benzer bir trajedi daha olursa Moskova gerçekten yalanlarla bundan da kurtulmayı göze alamayacak mıdır?
İsrail, Japonya, Hindistan ve Pakistan, İran ve Suriye konusundaki ve isyancılarla mücadele ve barış operasyonları ile ilgili bölümler konu yelpazesini daha da genişletiyor. Caydırıcılık yöntemi olarak hedefe yönelik yaptırımlar, siber caydırıcılık, Yapay Zekâ konularındaki bölümler ve caydırıcılığın psikolojik boyutları ile ilgili katkılar bu etkileyici eseri tamamlıyor.
“Yirminci Yüzyılda Caydırıcılık” (“Deterrence in the 21st century”) adlı eserdeki bazı fazlasıyla karmaşık içerikli katkılar/yazılar akla bir Amerikan halk şarkısının sözlerini – “aklıselimini alt etmeye kalkma” –getirse de, eser hem bu konuda yazılmış sağlam bir temel bilgiler el kitabı hem de caydırıcılık araştırmalarının evrimi konusunda düşündürücü bir katkı.