© ISAF
)

© ISAF

Michael Ruhle, geriye dönüp baktığımızda “11 Eylül”ün NATO’nun sonunun habercisi olmak yerine NATO tarihindeki en köklü değişikliklerin katalizörü olduğunu söylüyor. Oysa NATO müttefiklerinin başından beri üzerinde düşünmeleri gereken sorular son derece bariz ve bir o kadar da önemliydi.

Müttefikler NATO’nun toplu savunma taahhüdüyle ilgili 5. Maddeyi işletmeli, ve dolayısıyla egemen ulusların sergileyebilecekleri güçlü bir dayanışmanın siyasi sinyalini vermeli miydiler? Yoksa böyle bir eylem Müttefikleri, ABD’nin bu korkunç suçun sorumlusundan intikam almak isteğiyle girişecekleri son derece “kişisel” bir kampanyaya dönüşebilecek bir olayın içine çeker miydi? Her şeyden önemlisi, ya Washington bunun tamamen ulusal bir konu olduğuna karar verir ve dolayısıyla NATO’yu ve dayanışma tekliflerini bir kenara iterse ne olurdu?

ABD, NATO’yu bu olaya mukabelesinin en önemli unsuru yapmadı… Washington çok daha farklı bir koalisyonun gerekli olduğuna karar verdi.

“11 Eylül”ü takip eden haftalar abartılı eylemlere girişme konusunda isteksiz olanların görüşlerini doğruladı.

5. Madde saldırılardan bir gün sonra işletmeye konuldu ve ABD'ye üst geçiş hakları vermek gibi belirli İttifak mekanizmalarını derhal başlatıldıysa da, ABD, bu olaya mukabelesinde NATO’yu en önemli unsuru konumuna getirmedi. Saldırıların Afganistan’dan kaynaklandığının belirlenmesi üzerine Washington çok daha farklı bir koalisyon gerektiğine karar verdi.

“NATO düşüşe geçti” fikrini savunanlar kısa bir süre için bayram yaptı: NATO tarihinde ilk kez 5. Madde işletilmiş olmasına rağmen Washington’un reaksiyonu adeta “siz aramayın, biz sizi ararız” anlamına geliyordu.

NATO'nun Dönüşümü

Birkaç ay sonra ve NATO’nun artık sonunun geldiğine dair çeşitli söylemlerden sonra durum daha aydınlığa kavuştu. ABD’nin ilk başlarda verdiği izlenim kadar dışlayıcı bir tavır içinde olmadığı ve NATO’nun uluslararası terörizmle savaşta dışarıda bırakılamayacağı anlaşıldı.

Genel Sekreter Lord Robertson’un NATO’yu eleştirenlerin günün olaylarını dar kafalı bir görüşle algıladıklarına dair uyarılarında ne kadar haklı olduğu ortaya çıktı. Transatlantik toplumunun “11 Eylül”ün sonuçlarının tam olarak ne anlama geldiğini görmesi için zamana ihtiyaç vardı. Bu kara günden alınan dersler daha sonra NATO’nun siyasi ve askeri gündeminde yansıyacaktı.

Nitekim NATO, daha Müttefikler bilinçli olarak çalışmaya başlamadan önce gündemini uyarlamaya başlamıştı bile. Bunun ilk örneği 12 Eylül 2001’de 5. Maddenin işletilmesiydi. Müttefikler, devlet dışı bir aktör tarafından yapılacak bir saldırının Washington Antlaşması doğrultusunda “silahlı bir saldırı” olarak kabul edileceğine karar vererek toplu savunma kavramının anlamını, geleneksel olarak askeri bir işgale karşı savunma anlamının dışına taşıdılar.

Buna ilaveten, ilk kez gerçekleştirilen bu eylemde (5. Maddenin işletilmesi) Rusya karşıtı bir unsur da bulunmuyordu; dolayısıyla toplu savunmanın aslında sadece Rusya ile ilgili olduğu yönünde yıllarca süren efsane de böylece son buldu.

Bir başka büyük değişiklik ise birçok NATO ülkesine ait kuvvetlerin Afganistan’da konuşlandırılması ve sorunların “ne zaman ve nerede olursa olsun” ele alınacağı yönündeki bildirilerle desteklenmesiydi. Bu da NATO’nun alan dışı faaliyetleri ile ilgili tartışmalara fiili olarak son noktayı koydu – Fransa’nın NATO nezdindeki Büyükelçisinin inandırıcı şekilde ifade ettiği gibi, bu tartışma da İkiz Kuleler ile birlikte çöktü.

Daha basit şekilde ifade etmek gerekirse, NATO alan-dışı tartışmaları ile coğrafi bir çerçevede sıkışmadan güvenlik kavramını işlevsel hale getirdi. Bu değişim NATO’nun gelecekteki konumunu garanti etmesi açısından NATO’nun tarihinde yaşadığı tüm değişimlerden çok daha önemliydi.


Tabii bunu değişimin kavramsal boyutları takip etti, özellikle NATO’nun terörle mücadele ile ilgili Askeri Kavramıyla bağlantılı olarak. Saldırılar daha zihinlerde taze olduğu bu dönemde Askeri Kavram süratle mukabele konusunda yeni bir çığır açtı. “11 Eylül” saldırılarından bir yıl kadar sonra NATO’nun Prag Zirvesi’nde, terörizmle mücadele misyonlarını, özellikle NATO Mukabele Kuvveti (NMK) ve nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlara karşı savunmaya yönelik girişimleri destekleyecek yeni askeri yetenekler geliştirilmesine karar verildi. Ayrıca terörizme karşı savunma için bir Ortaklık Eylem Planı da kabul edildi. NATO’nun Akdeniz’deki 5. Madde operasyonu olan “Active Endeavour” deniz operasyonuna birçok Ortak ülke katıldı.

Afganistan ile ilgili Dersler

Ağustos 2003’te Afganistan’daki Uluslararası Güvenlik Yardım Gücü’nün (ISAF) komutasını üstlenmek de NATO’nun Avrupa dışında roller üstlenmesinde atılmış önemli bir adımdı.

Tahmin edileceği gibi Afganistan misyonu NATO için birçok Müttefikin uygun askeri yeteneklere sahip olmamasından devamlı tartışılan riskler ve sorumlulukların adil dağılımı konusuna kadar çeşitli sorunlar getirdi. Bu misyon ayrıca, İttifak içinde siyasi ve askeri asimetrileri, bu misyon gerekliliği ve başarıya ulaşmak için gereken araçlar konusunda Müttefikler arasındaki fikir ayrılıklarını da ortaya çıkardı. Afganistan misyonu NATO’yu gelecekteki sorunlarla başa çıkmakta daha başarılı olmasına da yardımcı olacak bazı değişiklikler yapmaya yöneltti.

NATO bugün, alan dışı karmaşık operasyonlar yürütmekte "11 Eylül" öncesine oranla çok daha deneyimlidir.

Bir önemli değişiklik de Müttefikler ve Ortakların askeri yetenekleri ile ilgilidir. Her ne kadar birçok ülke Afganistan’da önemli kayıplar yaşamışsa da, ISAF misyonu bir çok ülkenin Soğuk Savaş devrinin mirası olan kuvvetlerini alan dışı operasyonlara hazırlamıştır. ISAF’a katılan birçok ülke için bu misyon yıllar sonra yaptıkları ilk savaş deneyimi olmuştur. İstikrarı sağlamaktan isyanla mücadeleye kadar çeşitli görevlerle karşılaşan birçok Müttefik ülke ve Ortak ülkenin kuvvetleri, eğitim ve teçhizatını uyarlamak durumunda kaldı.

Sonuç olarak bugünkü NATO karmaşık operasyonlar yürütmekte “11 Eylül”den öncesine ve ardından başlayan Afganistan misyonuna oranla çok daha deneyimlidir. Buna ilaveten NATO’nun bir ülkenin yerli kuvvetlerini eğitmekten kazandığı deneyim, başka durumlarda da, örneğin Kaddafi sonrası Libya, çok değerli bir kazanım olacaktır.

İttifak uluslararası koaalisyon için benzersiz bir merkez oluşturdu... ve NATO küresel ortaklıkllar kazandı
)

İttifak uluslararası koaalisyon için benzersiz bir merkez oluşturdu... ve NATO küresel ortaklıkllar kazandı

Önemli değişikliklerin yaşandığı diğer bir alan ise ortaklıklar konusuyla ilgilidir. NATO’nun Afganistan misyonu ile ilgili genel hedefler dünya üzerindeki birçok ülke tarafından paylaşıldığından, İttifak bugüne kadar benzeri görülmemiş bir uluslararası koalisyonun (Asya-Pasifik bölgesinden Latin Amerika’ya kadar) merkezi oldu. Sonuç olarak, NATO’nun ortaklıkları sadece küresel hale gelmekle kalmayıp, NATO’da olduğu gibi, bölgesel bir yaklaşımdan daha fonksiyonel bir yaklaşıma geçtiler. Bu değişiklikler NATO’nun ortaklarını, ister terörizm, ister silahların yayılması, siber saldırılar veya insani felaketler olsun, gelecekteki sorunlarla çok daha etkili şekilde başa çıkabilecek hale getirmiştir.

Üçüncü önemli değişiklik NATO’nun diğer kuruluşlarla olan ilişkilerinde yaşandı.

NATO’nun Afganistan’daki rolü, daha başından itibaren, sivil aktörlerin savaştan harap olmuş bu ülkeyi yeniden yapılandırabilmeleri için gereken, güvenlik ortamını yaratmaktı. Sivil çabaların çoğu kez askeri çabaların gerisinde kaldığı düşünülmüş olmakla birlikte, ISAF ve sivil örgütler arasındaki ilişkiler zaman içinde gelişti. Örneğin, 1990’lardaki Balkan çatışmaları döneminde zorlanan NATO-Birleşmiş Milletler ilişkisi aman içinde belirgin şekilde gelişti.

Siyasi, ekonomik, ve askeri araçları bir araya getiren gerçek bir Kapsamlı Yaklaşım henüz geleceğe dönük bir hedef olarak kalmakta. Ancak, bugün NATO uluslararası toplumun sivil kanadıyla “11 Eylül” ve Afganistan’dan önce olduğundan çok daha yakın ilişkiler içindedir.

Siyasi, ekonomik, ve askeri araçları bir araya getiren gerçek bir Kapsamlı Yaklaşım henüz geleceğe dönük bir hedef olarak kalmakta. Ancak, bugün NATO uluslararası toplumun sivil kanadıyla “11 Eylül” ve Afganistan’dan önce olduğundan çok daha yakın ilişkiler içindedir.

Ancak, “11 Eylül”ün tetiklediği NATO’nun dönüşüm çalışmaları henüz tamamlanmış olmaktan çok uzaktır.

El Kaide büyük ölçüde zayıflatılmıştır, ancak tüm eyaletler ve bölgelerin 2014 sonuna kadar Afgan güvenlik güçlerinin kontrolüne geçmesini sağlamak oldukça zor. Buna ilaveten, NATO her ne kadar artık çeşitli kıtalarda faaliyet gösteriyorsa da, Müttefiklerin henüz toplu bir “küresel” zihniyete sahip olamadılar. Sonuç olarak, NATO ancak bir bölgede kriz patlak verir ve kuvvet konuşlandırılması söz konusu olursa o bölgeyle ilgilenmektedir.

Üzerinde daha fazla durulması gereken diğer bir alan da ortaklıklardır. Özellikle, Afganistan’ın geleceği ile ilgili çıkarları olan Çin ve Hindistan yakınlaştırılmalıdır.

Son olarak, NATO’nun terörizmle savaştaki rolü ile ilgili daha fazla kavramsal çalışmaya – örneğin Askeri Kavramı siyasi bir kavramla tamamlamak gibi- ihtiyaç vardır

Sonuç

21.yüzyılın başlarında NATO çifte ikilemle karşı karşıya kalmıştı. Birincisi, daha “11 Eylül” olayları yaşanmadan önce dahi terörizm ve kitle imha silahlarının yayılması gibi tehditlerin Avrupa dışında oluştuğu ve bu nedenle ABD’nin dikkatini Orta Asya ve Orta Doğuya çevirdiği biliniyordu. Ancak, NATO kendini sadece Avrupa güvenliğinden sorumlu gördüğü sürece, ABD’nin Avrupa dışına odaklanması demek NATO’dan da uzaklaşması demek olacaktı.

Diğer bir ikilem de çoğu Müttefikin askeri yeteneklerinin hala çok düşük bir olasılığa uygun – Avrupa’da büyük çaplı bir savaş – geliştirilmiş olmasıydı. Dolayısıyla, bu durumun ABD’nin tek taraflı hareket etme dürtülerini güçlendireceği ve Avrupa’nın Washington üzerindeki etkisini zayıflatacağı yönünde endişeler vardı.

“11 Eylül” NATO’nun sonunun habercisi olmak yerine NATO’nun tarihindeki en köklü değişikliklerin katalizörü oldu.

Transatlantik toplumu bir açıdan öyle tasarlandığı için, ama daha çok mantıklı siyasi içgüdülerine uyduğu için bu ikilemlerin üstesinden gelmeyi başardı. “11 Eylül” NATO’nun sonunun habercisi olmak yerine NATO’nun tarihindeki en köklü değişikliklerin katalizörü oldu ve İttifak’ı sadece “var olan” bir örgütten “eylem içinde olan” bir örgüt konumuna geçirdi. Ayrıca, NATO’nun askeri yeteneğini siyasi etkisi ile birleştiren eşsiz bir kuruluş rolünü daha da güçlendirdi. Transatlantik toplumu, bir Avrupalı gözlemcinin gayet güzel ifade ettiği gibi, “öğrenmeye açık bir toplumdur”.

“11Eylül” bir anda dengeleri altüst etmiş olmakla beraber, geriye dönüp baktığımızda NATO’nun aslında Henry Kissinger’in tavsiyelerini dikkate alarak trajediyi fırsata çevirmeyi başardığını görüyoruz.