Antik Yunan’da yaşamış strateji uzmanı Thucydides’e göre savaş acımasız bir öğretmendir. Bu düşünceyi temel alırsak, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı uyguladığı saldırganlık da acımasız bir ders olarak kabul edilecektir: güç siyaseti tekrar uluslararası sahnedeki yerini almıştır. Nüfuz bölgeleri arayışındaki otoriter güçler, saldırgan bir biçimde topraklar üzerinde hak iddia etmekte ve belirli kurallar üzerinde yükselen uluslararası düzeni yavaş yavaş parçalamaktalar.

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı uyguladığı saldırganlık acımasız bir ders olmuş gibidir: güç siyaseti tekrar uluslararası sahnedeki yerini almıştır. Resim: AGİT’teki ABD misyonunun izniyle.
Güç rekabetindeki bu büyük yarış, askerî ittifaklar konusundaki çalışmaları yeniden canlandırıyor. Bu makalede son yıllarda yazılmış üç kitabı ele alıyorum: A. Wess Mitchell ve Jacob J. Grygiel’in “The Unquiet Frontier” (2017) (Sıkıntılı Sınır), Mira Rapp-Hooper’ın”Shields of the Republic” (2020) (Cumhuriyetin Kalkanları) ve Alexander Lanoszka’nın “Military Alliances in the Twenty-First Century” (2022)(Yirmi birinci yüzyılda Askerî İttifaklar). Yazarlar hem akademik çalışmalar hem de politikalarla ilgileniyorlar. Lanoszka ittifaklar konusunda uzmanlaşmış bir siyaset bilimcisidir; Grygiel, Mitchell ve Rapp-Hooper ABD Dışişleri Bakanlığında görev yapmışlardır. Mitchell aynı zamanda NATO 2030 konusundaki bağımsız düşünce grubunun (Wikipedia) başkan yardımcılığını da yapmıştır.
Bu üç kitap arasındaki ortak payda üçünün de sistematik olarak Batı ittifak sisteminin fayda, maliyet ve sorunlarının analizini yapıyor olmasıdır. Bu analizi yaparken siyaset bilimindeki iyi bilinen kavramlardan yararlanıyorlar. Bu kavramlar arasında yalnız bırakılma (abandonment): bir müttefik tarafından yalnız bırakılmak; tuzağa düşürülme (entrapment): istenmeyen bir çatışmanın içine çekilmek; ve hazıra konma (free riding): toplu savunma yükümlülüğünden kendilerine düşen adil payı üstlenmeyen bir müttefikin olanaklardan yararlanması anlamına gelir. Ancak her kitabın kendisine has bir teması da var. Mitchell ve Grygiel, ABD’nin Çin, İran ve Rusya’nın oluşturduğu “sıkıntılı sınır” boyunca konumlanmış olan müttefiklere verdiği desteği güçlendirmesinden yanadırlar. Rapp-Hooper ABD’nin Soğuk Savaş boyunca kurduğu ittifaklarla ile ilgili kayıtları inceleyerek bu ittifakların getirdiği çoğu kez unutulan yararları ve sıkça abartılan maliyetleri inceliyor. Ve Lanoszka, ittifaklarla ilgili yaygın efsaneleri çürütmeye çalışıyor.
İttifakların yararları

Grygiel, J. J., & Mitchell, A. W. (2017). The Unquiet Frontier: Rising Rivals, Vulnerable Allies and the Crisis of American Power. Princeton University Press.
Ülkeler niçin birbirlerini korumak için antlaşmalar imzalarlar? Rapp-Hooper, Grygiel ve Mitchell, ABD’nin 1945’ten sonra yaptıkları ittifak seçimlerini inceliyorlar. İkinci Dünya Savaşı, modern askerî teknolojinin bugünkü kapsamının – jet uçakları, balistik füzeler ve nükleer silahlar – artık Amerika Birleşik Devletleri’ne köşesine çekilip keyif sürme olanağını vermediğini gösterdi. 1945 yılı Ekim ayındaki konuşmasında Başkan Truman bunu kısa ve öz bir şekilde dile getirmişti: ”Coğrafyamızın bize sağladığı güvenlik yok oldu. Artık silahlanmak için bol vaktimiz var deme lüksümüz kalmadı.” O günlerde (ve bugün de) Amerika Birleşik Devletleri’nin inşa ettiği Batılı ittifaklar sisteminin arkasında dört görüş yatıyor:
- İleri savunma: Truman’dan neredeyse 75 yıl sonra ABD Başkanı Biden’ın dediği gibi “İttifaklarımızı güçlendirdiğimiz zaman tehditler daha bizim kıyılarımıza ulaşmadan onları etkisiz hale getirme gücümüzü ve yeteneğimizi arttırmış oluruz.”
- Siyasi istikrar: ABD, Almanya'nın hegemonyacı emellerinin yönlendirdiği çatışma geçmişini aşabilmek için gerek savaş sonrası Almanya’sını gerek diğer Müttefikleri kalıcı bir kurumlar ağına bağlamaya çalıştı.
- Refahın garantiye alınması: Washington, II. Dünya Savaşından sonra sadece güvenliği sağlamakla kalmadı, aynı zamanda ABD doları vasıtasıyla ekonomik istikrarı da güvence altına aldı. Ayrıca, ABD diplomasisi ve askerî gücü, Malakka Boğazı veya Hürmüz Boğazı gibi denizlerdeki kritik dar geçişleri noktalarını da uluslararası ticarete açık tutuyor.
- Kamu taahhüdü: Kuzey Atlantik Antlaşmasının ve diğer ittifak anlaşmalarının kamusal niteliği, ABD’nin düşmanlarını caydırma ve müttefiklerini savunma konusundaki kararlığının sinyalini verdi.
İttifakların (potansiyel) maliyetleri
Hazıra konma
Daha NATO’nun oluşturulduğu 1949 yılında dahi, ABD Dışişleri Bakanı Dean Acheson Kuzey Atlantik Antlaşması’nın “direnme kapasiteleri yettiği sürece kimsenin kimseden karşılıksız bir şey almamasını da garanti edeceğini” umduğunu söyledi.
![Lanoszka, A. (2002). [Military Alliances in the Twenty-First Century]
(https://books.google.be/books?id=WDlwzgEACAAJ&dq=Mi
ilitary+Alliances+in+the+Twenty-First+Century&hl=fr&sa=X&redir_esc=y). Resim: John Wiley & Sons.
)](https://www.nato.int/docu/review/images/42e5f0_2_pilster_military-alliances-in-the-twenty-first-century_article.jpg)
Lanoszka, A. (2002). [Military Alliances in the Twenty-First Century] (https://books.google.be/books?id=WDlwzgEACAAJ&dq=Mi ilitary+Alliances+in+the+Twenty-First+Century&hl=fr&sa=X&redir_esc=y). Resim: John Wiley & Sons.
Savunma harcamalarında ABD ile diğer NATO müttefiklerinin savunma harcamaları arasındaki uçurum hiç kapanmadığı için yükümlülükleri paylaşma konusundaki anlaşmazlıklar belirli aralıklarla hep patlak verir. Halk arasında kabul gören genel görüş, bu uçurumun bazı müttefiklerin katkıda bulunma konusundaki isteksizliklerinden kaynaklandığı yönündedir. Ayrıca savunma harcamalarının amaçları da değişikli gösteriyor.
Ancak, Rapp Hooper ve Lanoszka yükümlülüklerin paylaşılması konusunun sadece savunma masraflarıyla ilişkilendirilmesine itiraz ediyorlar. ABD, karşılığında Müttefiklerden parayla bağlantılı olmayan birçok şey – üs kurmak veya siyasi nüfuz gibi – alıyor. ABD’nin askerî gücü küresel olarak konumlanmışken, çoğu Müttefikin hedefleri daha kısıtlı. Ayrıca daha fazla harcama yapmak, otomatik olarak daha iyi bir savunma anlamına gelmez. Savunma bütçeleri personel maliyetleri ve idari giderleri de kapsar. Ve, karmaşık ve pahalı askerî platformların operasyonel hale getirilmesi gerekir. Bu da sadece parayla çözülebilecek bir konu değildir.
Tuzağa düşürülme
Eğer hazıra konma daimî bir sorun ise, pervasız bir müttefik tarafından hiç istenmeyen bir çatışmanın içine çekilmek de yaygın bir korkudur. Ancak bu yazarların hepsi de şüphecidir. Grygiel ve Mitchell Rusya, Çin ve İran'ın "retorik saldırganlığı ve jeopolitik genişlemesi" gerçeğine karşı tuzağa düşürülmeyi yalnızca bir olasılık olarak görüyor ve üzerinde durmuyorlar. Lanoszka ve Rapp Hooper, devletlerin tuzağa düşmeyi önleyecek şekilde anlaşmalar hazırlayabileceklerini örneklerle açıklıyorlar. Örneğin, Kuzey Atlantik Antlaşması yalnızca Sovyetler Birliği'ni caydırmakla kalmadı, aynı zamanda Amerika'nın Avrupa'nın o zamanki sömürge çatışmalarına karışmasını da engelledi. Bu nedenle de antlaşma, bir Müttefike yapılan saldırının tüm müttefiklere yönelik bir saldırı olduğu ilkesini açıkça duyurur; ancak kuvvet kullanılmasını otomatik hale gelmesini önler, ve coğrafi olarak Kuzey Atlantik bölgesinde kullanımını sınırlar. Tarihte tuzağa düşürülmenin örnekleri nadirdir. Uluslararası Güvenlik tarafından yapılan 2015 tarihli bir çalışmaya göre, 1948 – 2010 yılları arasında ABD’nin müdahil olduğu 188 askerî anlaşmazlığın sadece beşinde ittifaklar ABD’nin angajmanına katkıda bulunmuşlardır. ABD Soğuk Savaş döneminde yürüttüğü iki büyük savaşı - Kore ve Vietnam – ilk başlarda kendisi ile bir ittifak antlaşması olmayan ortaklarla birlikte savaşmıştır. Ve Berlin Krizi (1958-1963) gibi büyük krizler, Müttefikler ABD'yi riskli pozisyonlara sürükledikleri için değil, bizzat Washington’un kararlı bir duruş sergilemek adına olayların tırmanması riskini göze alması sonucunda çıkmıştır.
Yalnız bırakılma
Tuzağa düşürülmenin diğer yüzü olan yalnız bırakılma da siyasi liderlerin her zaman korktukları bir şeydir. Tarih bunu bir dereceye kadar doğrulamaktadır: 1816 - 2003 yılları arasındaki devletlerarası savaşlar konusundaki bir çalışma, savunma paktlarına uyulması oranının %41 olduğunu ortaya çıkarmıştır. Peki, bu konuda bu üç kitap ne diyor?
Yalnız bırakılma korkularının istikrarsızlığa yol açan sonuçları olduğu inkâr edilemez. Hem Lanoszka hem de Grygiel ve Mitchell bunların bazılarına değiniyorlar. Tedirgin müttefikler potansiyel düşmanları yatıştırabilirler fakat aynı zamanda saldırgan askerî tavırlar da sergileyebilirler (örneğin, Soğuk Savaş sırasında Güney Kore, Tayvan ve Güney Afrika’nın yaptığı gibi nükleer silahlara yönelik adımlar atmak gibi). Yine de Lanoszka yalnız bırakılma korkusunu azaltmanın yolları olduğunu ileri sürüyor. NATO bunların nasıl yapılacağını gösteriyor: düzenli siyasi danışmalar ve ortak çıkarlara işaret eden ortak bildirilerle; askerî hazırlıklılık sergileyen, çeşitli tatbikatlarda bulunmuş, müşterek komuta altındaki birliklerle, ve caydırıcılık, ve en kötü durumda savunma görevi yapan ileri konuşlandırılmış kuvvetlerle.
Yakın geçmişte yalnız bırakılma tarih sahnesinde bölünmekten ziyade didişme şeklinde görülmüş olabilir. Rapp-Hooper’ın ABD’nin Soğuk Savaş sırasındaki sicili ile ilgili analizi, Washington’un Pekin ile diplomatik ilişkiler kurduktan sonra bazı ittifakları sonlandırdığını gösteriyor – örneğin, 1979'da feshettiği Taipei ile arasındaki savunma anlaşması gibi. Ancak ABD antlaşmaya ve Taipei’yi diplomatik olarak tanımaya son vermişse de, adayı “yalnız bırakmamıştır”. Aralarındaki silah ticareti ve gayrı resmi ilişkiler devam etmiştir.
Caydırıcılık ve toplu savunmayı uyarlamak
İttifakların yararları ve potansiyel maliyetleri bu kadar; peki, ya Moskova ve Pekin’in oluşturduğu tehditler? Bir taraftan, pek muhtemel olmasa da, bir NATO Müttefikine karşı doğrudan bir askerî saldırı göz ardı edilemez. Diğer taraftan, Moskova ve Pekin askerî çatışma eşiğinin altında kalan hibrid veya gri bölge savaşları yoluyla istikrarı baltalamaya devam ediyor. Bu taktikler bilgi savaşı, siber saldırılar ve borç diplomasisi vasıtasıyla ekonomik baskı, ticari yaptırımlar, ve enerjinin silah haline getirilmesini kapsıyor. Bu üç kitap ne öneriyor?
Birincisi: hibrid savaşın oluşturduğu tehdidi büyütmeyin. Gerçekte hibrid savaşın sicili karışıktır. Düşmanların gri bölgeye başvurmaları – biraz mantık dışı olmakla beraber – başarılı caydırıcılığın bir sonucudur: rakipler askerî harekât eşiğinin altına inerler çünkü bu eşiği aşmak çok pahalıya mal olur. Ayrıca bu tür davranışlar geri tepebilir. Grygiel ve Mitchell, Birinci Dünya Savaşının başlarında Winston Churchill’in Almanya ile ilgili düşüncelerinden alıntı yapıyorlar: “Almanya’nın yaptığı her tehditkâr hareket, Antantın pek sıkı olmayan yapısını şok edecek veya sarsacak her girişim, Müttefik devletlerin (Antant devletlerinin) birbirlerine daha sıkı kenetlenmelerine yol açtı.”
. Harvard University Press
)](https://www.nato.int/docu/review/images/42e5f0_3_pilster_shields-of-the-republic_article.jpg)
Rapp-Hooper, M. (2020). [Shields of the Republic: The Triumph and Peril of America’s Alliances](https://books.google.be/books?id=HKvaDwAAQBAJ&printsec=frontcover&dq=Rapp-Hooper+shields&hl=fr&sa=X&redir_esc=y#v=onepage&q=Rapp- Hooper%20shields&f=false). Harvard University Press
İkincisi: Batının ittifak sistemini büyük güçlerin gri bölgedeki rekabetine uyarlayın. Rapp-Hooper ABD’nin ittifaklarının şartlarını askerî olmayan büyük bir saldırıyı göz önünde bulunduracak şekilde güncellemesini öneriyor. NATO Müttefikleri 2021’de “Konsey silahlı bir saldırı durumunda olduğu gibi, hibrid savaş durumlarında da Washington Antlaşmasının 5. Maddesini uygulamaya karar verebilir” diyerek ilk adımı attı. Ayrıca, toplu savunmanın tanımı diplomatik ve ekonomik yöntemleri de kapsamalıdır. Bu bir taşla iki kuş vurmak demektir: hem NATO’yu hibrid savaşa hazırlar, hem de yükümlülüklerin paylaşımı tartışmalarını savunma harcamalarının ötesine taşır.
Üçüncüsü: ön cephedeki Müttefiklerin bir saldırıya karşı güçlenmesine yardımcı olun. Grygiel ve Mitchell bu konuda özellikle öğretici bilgiler veriyorlar. Ön cephedeki Müttefikler ilk mukabele edenlerdir ve NATO’dan takviye gelene kadar zaman kazanmak durumundadırlar. Bu ülkeler bir saldırıyı durdurabilecek durumda olmalı, veya bunu yapamazlarsa işgali aşırı derecede pahalıya mal olacak hale getirebilmelidirler. Taktik açıdan, bu kuvvetler kapsamlı bir savunmayı kolaylaştırmak için tanksavar, uçaksavar ve gemisavar füzelerinin yanı sıra, küçük birlik taktiklerine de önem vermelidir. Ön cephedeki Müttefikler bir yandan kendi takviye kuvvetlerini korurken diğer yandan rakibin lojistik ve komuta-kontrolünü hedef alacak şiddetli saldırılar yapabilmelidirler.
Sonuç
Doğal olarak her bir kitapta eleştirilebilecek noktalar var. Grygiel ve Mitchell anlaşılmaz bir şekilde İran’ı Çin ve Rusya ile aynı büyük güçler ligine katıyor. Rapp-Hooper’ın kitabı 40 yıl süren Soğuk Savaş dönemindeki ABD ittifakları konusunda hayli ayrıntı verirken Soğuk Savaştan sonraki 30 yılla ilgili pek ayrıntı vermiyor. Lanoszka, ittifaklarla ilgili halk arasındaki yaygın inanışları çürütme çabalarını biraz fazla ileri götürüyor; kitabın sonunda yükümlülüklerin paylaşımı konusunda okuyucu neredeyse daha yüksek savunma harcaması yapmanın güvenliğe nasıl katkıda bulunabileceğini merak ediyor. Ayrıca hem Grygiel ve Mitchell, hem de Rapp-Hooper, konuya odaklanan fakat aynı zamanda da analitik görüşlerini daraltan bir Amerikan perspektifinden yaklaşıyorlar. Ve bu üç kitaptan hiçbiri çok yakında Batılı ittifak politikaları ile ilgili çok önemli hale gelebilecek soruya bir cevap vermiyor: ABD, Çin ve Rusya’yı dengelemek için Avrupa ve Asya’daki çabaları birleştirerek nasıl bir “ittifakların ittifakı” kurabilir?
Yine de, bu üç kitap histerik vicdan muhasebesi ve telaşlı politika manevraları için en iyi panzehirin tarihsel perspektif olduğunu başarılı bir şekilde gösteriyor. Kitaplar Batı ittifak sisteminin yararlarını, maliyetlerini ve sorunlarını sistematik olarak yeniden ele alarak akademik ve kamusal tartışmalara büyük bir hizmette bulunuyorlar. Ve bugünün inandırıcı tehditlerine rağmen, kitapların verdiği cevaplar güven verici. Yazarların Batı ittifak sistemleri lehine ileri sürdükleri görüşler (ileri savunma, siyasi ve ekonomik istikrar, halkı bilgilendirme) geçerliliğini koruyor. Yükümlülüklerin paylaşımı, tuzağa düşürülme ve yalnız bırakılma konusunda çok sert tartışmalar her zaman olacaktır; fakat NATO başından beri bunların hepsini başarıyla atlattı ve nükleer, konvansiyonel ve hibrid tehditlerin üstesinden geldi. Örneğin, NATO 1956’da, kuruluşundan sadece yedi yıl sonra, Doğu’da (Macaristan) ve Güney’de (Mısır/Süveyş) eşzamanlı krizlerle karşı karşıya kaldı; Moskova’daki bir lider NATO Müttefiklerini nükleer saldırılarla tehdit etti; ve bir Müttefik dışişleri bakanı NATO’nun “şu anda ölü…” olduğunu ifade etti… 66 yıl sonra (ve 74. yaş gününe yaklaşırken) İttifak hâlâ burada.