NATO’yu tanımlayan yeni siyasi ve askerȋ sorunlara göre uyarlanabilme yeteneğidir. Bu konu, Royal United Services Institute (RUSI) tarafından basılmış olan ve Norveç’in Birleşik Krallık nezdindeki Savunma Ataşesi John Anfreas Olsen’in editörlüğünü yaptığı ve zamanlaması son derece doğru bir [yayının] (https://rusi.org/publication/whitehall-papers/future-nato-adapting-new-realities) genel teması. Diplomatlar, subaylar ve düşünce adamlarından oluşan on beş kişilik yazarlar kadrosu değişik açılardan NATO’un gündemini ele alıyor. Yazarlar, on bölümde, NATO’nun Doğu ve Güney kanadına yönelik tehditlerden, denizlerle ilgili boyuta, teknolojik sorunlar ve NATO’nun ortaklık konusundaki yaklaşımına kadar geniş bir yelpaze oluşturan konularda mevcut politikaları inceliyorlar ve geleceğe de bir göz atıyorlar.

Eğer NATO ile ilgili bir kitapta Avrupa Müttefik Yüksek Komutanının (SACEUR) yazdığı bir önsöz varsa ve editör giriş bölümüne “yakın tarihin en başarılı siyasi ve askerȋ ittifak”ına bir atıfta bulunarak başlıyorsa okuyucu, NATO politikaları konusunda derinlemesine bir eleştiri beklentisi içinde olmayacaktır. Ancak bu derlemedeki makaleler kuru bir mahkeme raporundan çok daha fazlasını vermektedir.

Örneğin, birinci bölümde Norveç Savunma Bakanlığından Svein Efjestad ve Savunma Çalışmaları Enstitüsü’nden Rolf Tamnes, “demokrasinin erozyonu ve popülizmin yükselişi” konusunu halen NATO’nun önündeki önemli sorunlardan biri olarak tanımlamaktan çekinmiyorlar. Ayrıca NATO’nun gelecekteki evrimi ile ilgili gayet zengin ve ilginç bir öneriler dizisi de getiriyorlar. Bu öneriler arasında öngörülebilir olmaktan kaçınma ve rakibin zayıf noktalarından faydalanmaya yönelik “rekabetçi stratejiler” de bulunuyor.

NATO’nun önceki Genel Sekreter Vekili Alexander Vershbow ve eski Avrupa Müttefik Yüksek Komutanı Philip Breedlove, İttifak’ın en kırılgan olduğu noktası olarak düşündükleri Orta Avrupa’nın Kuzeyinde, İttifak’ın kuvvet konumundaki boşlukları ortadan kaldırma konusunda önerilerde bulunuyorlar. Bu öneriler arasında daha fazla gözetleme ve keşif varlıkları, daha fazla uzun menzilli silah sistemleri ve bölgede arttırılmış deniz unsurları bulundurulması öneriliyor. Ancak bu arada, komutanların eyleme geçmelerine izin verecek göstergeler ve asgari eşikler konusunda Müttefiklerin bir anlaşmaya varmalarını ısrarla belirtiyorlar. Avrupa’daki ABD askerȋ varlığında yapılacak mütevazı bir artışın caydırıcılığı güçlendireceğini savunuyorlar.

Ancak, NATO’nun aniden Doğu üzerinde bu kadar odaklanmasının haklı bir gerekçesi var mıdır? RUSI’de üst düzeyli araştırmacı olarak görev yapan Ziya Meral, NATO’nun Güney Kanadı konusunda NATO’nun “yumuşak karnını” ihmal etmekte olduğunu savunuyor—özellikle de Akdeniz kıyılarındaki gelişmelerin NATO’nun öncelikleri konusunda soru işaretleri yarattığını söylüyor. Ziya Meral NATO’nun Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki mevcut angajman mekanizmalarını yetersiz buluyor ve Akdeniz güvenliği konusunda bazı Müttefikler arasında ısrarla devam eden sürtüşmeleri ayrıntıları ile tartışıyor. Ancak, NATO’nun bu tür sürtüşmelerin yatıştırılmasında daha fazla rol oynaması yönündeki önerisi fazla iyimser görünüyor.

RUSI’nin Genel Müdür Yardımcısı Malcolm Chalmers, NATO’nun ortaklık politikalarını ele alıyor ve özellikle Avrupa Birliği üzerinde duruyor. Ayrıca, “Batı’nın ahenk içinde bir varlık olarak yaşamını sürdürebilmesinde” NATO-AB ilişkilerinin son derece önemli bir rolü olduğunu belirtiyor. Chalmers “Brexit”in sonuçlarına geniş yer veriyor ve bu ayrılığın Birleşik Krallık’ın NATO’nun en önemli üyelerinden biri olma rolünü değiştireceğini iddia ediyor. NATO’nun bitmemiş “genişleme” politikasını ve üyelik sözü verilmiş olan ama yakın gelecekte gerçekleşmesi pek mümkün olmayan iki ülke, Gürcistan ve Ukrayna, ile ilgili politikasını “çelişkili” olarak tanımlıyor. Chalmers, NATO’nun Kuzey Afrika veya Orta Doğu ülkeleriyle olan ilişkilerinin, İsveç ve Finlandiya gibi aynı düşünceleri paylaşan ülkelerle olan ilişkilerine kıyasla “fazla derinlere inmediğini” söylüyor. Ama aynı zamanda “…NATO’nun kalbinin mekanik bir nesne değil, güvenliğin paylaşıldığı bir toplum olduğunu” da gözlemliyor.

Yeni Amerikan Güvenlik Merkezinde Üst Düzeyli Araştırmacı Andrea Kendall-Taylor ve Deniz Analiz Merkezi’nde Araştırmacı Bilim İnsanı Jeffrey Edmond, “NATO’s Most Significant External Challenge” başlıklı bölümde Rusya üzerinde odaklanıyorlar. Yazarlar Rusya’nın önceliğinin rejimin istikrarı olduğunu ve bunun da Rusya’nın düşmanlarla çevrili olduğu şeklinde bir anlatı geliştirmek gerektirdiğini iddia ediyorlar. Ayrıca “Moskova’nın giderek iddialı hale gelen dış politikasının ülkenin artan gücünü değil, ABD ve Batı’daki kargaşanın Rusya’ya sömürebileceği bir açık yarattığı şeklindeki algıyı yansıttığını” ifade ediyorlar. Yazarlar okuyucuya şu uyarıda bulunuyorlar: “yapılan reformlar sonucunda ortaya çıkan ürkütücü silahlı kuvvetleri nedeniyle NATO ve ABD’nin Rus Federasyonu ile savaşa yol açacak eylemlere girişmekte tereddüt edeceklerini bildikleri için, Rus liderler çatışma düzeyinin altında çok daha büyük riskler alabilirler.” Dolayısıyla “Rusya’nın NATO’nun karşısına en sık çıkardığı sorun, 5. Maddenin altında kalan saldırılardır.” NATO dirençliliğe yatırım yaparak, askerî açıdan hazırlıklı olma durumunu kuvvetlendirerek ve kendi karar mekanizmasına şekil vererek Rus liderlerin zorlayıcı önlemler uygulama konusundaki “güvenlerini sarsabilir”.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyinde Asya Programı Direktörü Janka Oertel, “NATO’s China Challenge” adlı makalesinde NATO’nun Çin sorununu ele alıyor. Yazar Çin hâlâ bir bölgesel askerî güç olsa da iddialarının küresel olduğunu ileri sürüyor. Çin’in silahlı kuvvetlerinin modernleştirilmesi, Rusya ile ortaklığının yoğunlaştırılması ve Beijing’in genişleyen ekonomik ayak izi NATO’nun başa çıkma yolu bulmak zorunda olduğu üç sorundur. Ancak kitabın önerilerle dolu bu bölümü NATO Çin’i analiz etmeye daha yeni başladığı için, pek somut öneriler sunamıyor.

NATO Müttefik Deniz Komutanı Keith Blount ve kendisinin Baş Siyasi Danışmanı James Henry Bergeron, yeniden “temel stratejik rekabet alanı haline gelen” denizcilik alanını ele alıyor. Yazarlar Arktik ve Arktik Altı Bölgelerden Karadeniz’e kadar olan çeşitli deniz operasyon alanlarına bir genel bakış sunuyorlar; Rusya bu operasyon alanlarının hepsinde önemli bir sorun oluşturuyor. Ancak ayrıca Çin Deniz kuvvetlerinin büyümesini de inceliyorlar. NATO’nun deniz boyutunu kuvvetlendirmek için yaptıkları öneriler arasında saldırgan stratejilere daha çok önem verilmesi, denizaltılara karşı savaş yeteneklerinin daha da iyileştirilmesi ve daha etkili komuta yapıları var. Yazarlar bu reformlar yapıldığı takdirde NATO’nun denizcilik alanında daha büyük stratejik avantaja sahip olabileceğini ileri sürüyorlar.

Lahey Stratejik Çalışmalar Merkezinde Araştırma Direktörü Tim Swjis ve Leiden Üniversitesinden Profesör Frans Osinga teknolojik ilerlemeleri ele alıyorlar. NATO’nun teknolojik avantajını koruyabilmek için siber savunma, yapay zekâ, insansız sistemler ve uzay yetenekleri gibi alanlara daha fazla yatırım yapması gerektiğini vurguluyorlar. Bu teknolojilerin NATO’nun askerî performansını yükselten unsurları olması — ve Çin ve Rusya’nın bunlara çok fazla önem veriyor olması nedeniyle — NATO sadece yüksek yoğunluğu olan savaş yeteneğini yeniden kazanmayı değil, aynı zamanda teknolojik yeniliklere de kararlı biçimde kucak açmalı. Bu da otonomi ve benzer değişikliklerin etik ve yasal boyutlarını ve “NATO’nun konvansiyonel caydırıcılık pozisyonunu destekleyen tutarlı bir operasyonel kavram geliştirilmesini” kapsamalı.

NATO’nun nükleer boyutu Fransa Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Güvenlik Çalışmaları Merkezi Direktörü Corentin Brustlein tarafından ele alınıyor. Brustlein 2014 olaylarının İttifak açısından nükleer alan da dâhil olmak üzere, bir uyarı olduğunu iddia ediyor. Rusya’nın politikasında ve söyleminde nükleer silahların daha yüksek bir profile sahip olması ve Rusya’nın iddialı nükleer modernleşme çalışmaları, NATO’yu “nükleer caydırıcılığın gramerini yeniden öğrenmeye başlamaya” iten endişe verici eğilimlerden bazıları. Yazar ayrıca nükleer silahların kontrolünün ile ilgili karamsar görüşlerini de tartışıyor.

Kitabın son bölümünde eski bir yüksek düzeyli NATO görevlisi olan Henrich Brauss NATO’nun geleceği üzerine fikirlerini sunuyor ve bu vesileyle daha önceki bölümlerde ele alınan temalara bir kez daha değiniyor. Alınması gereken en acil adımlar arasında hibrid sorunlara karşı toplumsal direnme gücü, NATO’nun Doğu Avrupa’daki güçlendirilmiş İleri Varlığının takviye edilmesi, askeri harekat kabiliyetinin iyileştirilmesi, ve Rusya’nın bölgesel nükleer tehditlerine karşı NATO’nun tepkisinin tanımlanması sayılıyor. Brauss uzun vadede NATO’nun Çin’in yükselişinin yanı sıra yıkıcı teknolojiler ile de uğraşması gerekeceğini iddia ediyor.

Genellikle derlemeler, hayata geçirilmesi en az bir yıl süren ve bu nedenle de basıldıklarında güncelliğini yitirmiş olan eserlerdir. Ancak bunun aksine, “Future NATO” son derece güncel bir kitap. Bu özelliği ve katkıda bulunan güçlü isimler kitabın amacına ulaşmasını garantiliyor. NATO’nun önemini kaybedeceği konusundaki söylemlerden, Batılı liderlerin bu yöndeki ifadelerinden canı sıkılan bir okuyucunun kitabın sonunda endişeleri azalmış olacak. NATO’nun önündeki sorunlar gerçekten çok büyük ve fikir birliği sağlamak zor bir iş; ancak kitabın bölümlerinin öngördüğü gibi, Müttefikler birlikte çalışarak tek başlarına olduklarından çok daha iyi durumda olacakları yönündeki temel görüşü paylaşıyorlar. Böylece “Future NATO” NATO’yu tarihin çöp tenekesine atmayı isteyen felaket edebiyatı karşısında etkili bir panzehir. NATO’ya hâlâ ihtiyaç var ve bu kitap bunun nedenlerini açıklamakta gayet başarılı. NATO Genel Sekreteri tarafından bu yıl sonunda bulgularını sunmak üzere atanan Değerlendirme Grubunun bu kitaba göz atmasında yarar var.